Sevgili okurum, evlendim onunla. Sessiz sedasız evlendik. Nikâhta ikimizden, bir de papazla yazmandan başka kimse yoktu. Kiliseden dönünce çiftlik evinin mutfağına girdim.
Mary yemek pişirmekte, John da bıçakları temizlemekteydi.
“Mary, bu sabah Mr. Rochester’la ben evlendik,” dedim. Kâhya kadınla kocası, efendiden olmakla birlikte, heyecansız, durgun kişilerdi; onlara
tutup en şaşılacak haberi de verseniz çığlıklarla kulağınızın zarını delmeleri, sizi bir sürü lafa boğmaları gibi bir tehlike yoktu. Gene de benim bu haberim üzerine Mary başını
kaldırıp aval aval yüzüme bakmadı değil. Elindeki kepçe uzun bir süre havada asıldı kaldı. Gene o süre boyunca John da bıçakları parlatma işine ara verdi. Sonra, Mary gene pişirdiği piliçlerin üzerine eğilerek,“Öyle mi, Küçükhanım? Bak hele!” dedi. Birkaç dakika sonra da,
“Efendiyle çıktığınızı gördüm, ama kiliseye, evlenmeye gittiğinizi bilmedim,” diyerek yemeğini pişirmesini sürdürdü.
Baktım, John, otuz iki dişini göstererek sırıtıyordu:
“Mary’ye demiştim ben, işin buraya varacağını! Mr. Edward’ın kafasından geçeni biliyordum. Çok beklemeyeceğini de biliyordum. Bana kalırsa pek de iyi etti. Dilerim mutlu
olursunuz, efendim!” Nezaket gereği olarak, alnındaki perçemi şöyle bir çekiştirdi.
“Eksik olma, John. Mr. Rochester seninle Mary’ye şunu gönderdi.” John’un eline beş sterlinlik bir kâğıt para tutuşturdum, karşılık beklemeden dışarı çıktım.
Bir süre sonra gene mutfak kapısının önünden geçerken şu sözler kulağıma çarptı: “Bu kız ona tanıdığı bütün o kibar hanımefendi takımından daha uygun. Belki ahım şahım güzel
değil, ama çirkin hiç değil. Pek de iyi bir hanım. Sonra, Beyefendinin gözünde bir içim su olduğu da belli... Bu kadarını kim olsa görebilir!..”
Kır Evi’ne, Cambridge’e de hemen birer mektup yazarak haberi verdim. Diana ile Mary beni candan kutladılar. Diana bana balayının sonuna kadar vakit tanıdığını, sonra beni görmeye geleceğini yazıyordu.
Mektubu kendisine okuduğum zaman kocam, “O zamana kadar beklemese iyi olur, Jane,” dedi. “Yoksa çok geç kalabilir; çünkü bizim balayımız ömür boyunca sürecek; ancak
senin ya da benim mezarımız başında sona erecek.”
St. John haberi nasıl karşıladı, bilemeyeceğim. Evlendiğimi bildirdiğim mektuba karşılık
vermedi. Altı ay sonra ondan bir mektup aldım: Kocamın adından, evlenmiş olmamdan hiç
söz etmiyordu. İfadesi soğukkanlı, çok ciddi olmakla birlikte iyilik doluydu. O günden sonra,
çok sık yazmadıysa da, mektubunu hiç eksik etmedi. Hep benim mutluluğumu diliyor,
“Umarım salt dünyevi şeyleri önemseyerek Tanrısız yaşayanlardan biri olup çıkmazsın,” diye
dileklerde bulunuyor.
Küçük Adela’yı unutmuş değilsiniz ya? Ben unutmamıştım: Evlendikten az sonra okuluna gidip onu görebilmek için kocamdan izin istedim. Kızcağızın beni görünce kapıldığı çılgın sevinç gözlerimi yaşarttı. Solgun, zayıf görünüyor, okulda mutlu olmadığını
söylüyordu. Okulun kurallarını, derslerinin o yaştaki bir çocuk için aşırı ağır olduğunu gördüm ve onu yanıma alıp eve getirdim. Niyetim ona gene mürebbiyelik etmekti, ama
bunun kolay yürümeyeceğini çok geçmeden anladım. Artık bütün zamanımla özenimi kocama vermek zorundaydım; bunlara o muhtaçtı. Ben de Adela için daha az sıkı, bize daha yakın bir okul buldum. Adela’yı orada sık sık gidip görebilecek, ara sıra alıp eve getirebilecektim. Hiçbir şeyinin eksik olmaması için elimden gelen özeni gösterdim, o da az
zamanda yeni okulunu iyice benimsedi, sevdi, çok mutlu oldu. Derslerinde de güzel ilerliyordu. Yaşı büyüdükçe, aldığı bu sağlam İngiliz terbiyesi sayesinde Fransız
hoppalıklarının çoğundan vazgeçti, okulu bitirince de benim için sevimli, cana yakın bir arkadaş olup çıktı. İyi huylu terbiyeli, uysaldı. Kendisine ufacık bir iyiliğim dokunmuşsa,
Adela bana karşı gösterdiği minnet dolu sevgiyle bunu çoktan ödedi sayılır. Öyküm sonuna yaklaşıyor. Evlilik yaşantımdaki deneyimlerime, adları bu öykümde en
sık geçenlerin durumuna bir göz atayım, tamam. Şu sırada on yıllık evliyim. Dünyada en çok sevdiği varlık için yaşamanın, onunla
birlikte yaşamanın ne olduğunu biliyorum. Kendimi Tanrı’nın en mutlu –sözle anlatamayacak kadar mutlu– bir kulu sayıyorum; çünkü kocam nasıl benim hayatımsa ben
de kocamın bütün hayatıyım. Dünyada eşiyle benim kadar kaynaşmış, onun etinin eti,
kanının kanı olmuş bir kadın daha bulunamaz. Ne ben Edward’la ne de Edward’ım benimle birlikte olmaktan hiç usanmıyoruz. Bunun sonucu olarak da hep bir aradayız. Bizim için bir arada olmak hem yalnızlığın özgürlüğünü hem de beraberliğin neşesini bulmak demektir.
Bütün gün çene çalıyoruz desem yeri var. Birbirimizle konuşmak yalnızca yüksek sesle düşünmek gibi geliyor bize. İçimden bütün geçenleri ben ona anlatıyorum; o da bütün
içindekileri bana anlatıyor. Yaradılış bakımından birbirimize iyice dengiz; bunun sonucu da tam bir anlaşma oluyor.
Evliliğimizin ilk iki yılını Edward kör olarak geçirdi. Bizi birbirimize bu derece yaklaştırıp kaynaştıran belki de bu oldu. Çünkü ben kocamın hem gözü, hem de sağ koluydum. Sözün tam anlamıyla. Bana çok zaman, “Gözümün nuru,” derdi, bu deyimde bir abartma da yoktu. Kocam doğayı, kitapları benim gözümle görüyordu artık. Ben de onun hesabına bakmaktan, gördüğüm tarlaları, ağaçları, kasabaları, ırmakları, bulutları, ışıkları sözle anlatmaktan hiç bıkıp usanmıyor, gözlerinin görmediği şeyleri, kulakları yoluyla ona vermeye çalışıyordum. Ona kitap okumaktan hiç bıkmıyordum. Onu gitmek istediği yere götürmekten, yapmak istediğini onun yerine yapmaktan bir an olsun usanç getirmiyordum.
Bu gördüğüm hizmetlerde üzgünlük payının yanı sıra dolu dolu, pek nefis bir tat da vardı; çünkü kocam bu hizmetleri benden utanıp acı çekmeden, kendini küçük görmeden
isteyebiliyordu. Beni o derece gerçekten seviyordu ki benim yardımımdan yararlanmak ona
ağır gelmiyordu; çünkü biliyordu ki ben de onu deli gibi seviyordum, yardımımı kabul etmesi beni en büyük muradıma kavuşturmak demekti.
Evliliğimizin ikinci yılını doldurduğu sırada bir sabah Edward bana bir mektup yazdırıyordu. Bir ara yanıma gelip üzerime doğru eğildi, “Jane, boynunda parlak bir şey var
mı?” diye sordu.
Altın bir saat zinciri takmıştım.
“Evet,” dedim.
“Sırtında da uçuk mavi bir elbise var, değil mi?”
Öyleydi. O zaman kocam, çoktandır bir gözündeki perdenin hafiflediğini sandığını, şimdi artık bundan emin olduğunu söyledi.
Londra’ya gittik. Edward orada ünlü bir göz doktoruna göründü; zamanla bir gözü görüş gücünü yeniden kazandı. İyice açık olarak göremiyor elbette. Pek uzun okuyup
yazamıyor ama artık yedilmeden gezebiliyor. Gökyüzü onun için bir boşluk, yeryüzü karanlık bir bulut değil artık. İlk çocuğunu kucağına verdikleri zaman oğlunun kendi
gözlerini almış olduğunu görebildi... İri, siyah, parıl parıl gözler. Tanrı’nın, cezası kadar merhametinin de yaman olduğunu o gün bir kez daha, yüreği dolup taşarak kabul etti.
İşte böyle, Edward’ımla ben mutluyuz. Sevdiklerimizin de bizceleyin mutlu olması bizi
büsbütün sevindiriyor. Diana da, Mary de evlendiler. Bir yıl biz onları görmeye gidiyoruz, öbür yıl onlar bize geliyorlar. Diana’nın kocası bir deniz yüzbaşısı... Filinta gibi, ateş gibi bir subay, çok da iyi bir insan. Mary’nin kocası da, St. John’un üniversiteden arkadaşı olan,
kişilik bakımından da, mevki bakımından da karısına layık bir papaz. Yüzbaşı Fitzjames de,
Rahip Wharton da karılarını çok seviyorlar, karıları da onları çok seviyor. St. John Rivers’a gelince, İngiltere’den ayrıldı. Hindistan’a gitti, kendine çizdiği yolda hâlâ ilerliyor. Ondan daha korkusuz, yılmaz bir ülkü adamı düşünülemez! Kararlı, vefalı, azim ve hayat, heyecan dolu olarak yürekten, candan çalışıyor, insanlığa hizmet etmek için
elinden geleni yapıyor. Belki hâlâ serttir, amansızdır, hırslıdır, ama her yaptığını Tanrı aşkı için yapıyor. “İzimden yürüyecek olanlar kendi nefislerinden vazgeçsin, kendi çarmıhını sırtlayıp peşime düşsün,” derken yalnızca İsa adına konuşan havarinin buyruğunu dile getirir
o. Onun hırsı dünyadan kurtarılanların ilk safında yer almayı amaçlayan, Tanrı’nın tahtı
önünde hiç suçsuz ve hatasız duran çağırılmış, seçilmiş, vefalı Yüce Ruh’un hırsıdır. St. John evlenmedi. Daha da evlenmez. Şimdiye kadar kan ter içinde çalışmakla yetindi.
Yalnız, görevi artık sona eriyor. Yaşamının şahane güneşi hızla günbatısına doğru inmekte.
Ondan aldığım son mektup gözlerimden insanca yaşlar boşandırdı ama yüreğimi ilahî bir
sevinçle doldurdu: St. John Tanrı’nın ödülüne kavuşacağı, has altından tacını giyeceği günü bekliyormuş artık. Biliyorum ki bundan sonra aldığım mektup bir yabancı eliyle yazılmış olacak, bana
Tanrı’nın en sonunda, bu vefalı, çalışkan kulunu Cennet’e çağırmış olduğunu bildirecek.
Bunun için ağlamak niye? St. John’un son saatini ölüm korkusu karartmayacak... İçi rahat,
huzuru derin, yüreği pek, umudu parlak, inancı sağlam olacak. Kendi sözleri bunu daha şimdiden belirtiyor:
“Yüce Efendimden haber geldi. Hemen her gün daha açık olarak: ‘Üzülme, çok yakında geliyorum,’ diye bildiriyor bana. Her geçen saat de ben daha büyük bir sevinçle: ‘Amin!’
diyorum. ‘Gecikmeden gel, Yüce İsa!’”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jane Eyre
RomanceJane Eyre,Charlotte Brontë © 2007,Can Sanat Yayınları Ltd.Şti. Tüm hakları saklıdır.Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yaz ılı izni olmaksız ın hiçbir yolla çoğaltılamaz . 1.basım:2007 4.basım:Eylül 2013,İstanbul E-kitap 1.sürü...