17.3

11 1 0
                                    

“Zambağım benim, senin yanlış söylediğin görülmüş müdür zaten?”
“Öyleyse başka söze gerek yok. Yeni konulara geçelim.”
Amy Eshton bu sözleri ya duymadığı ya da umursamadığı için o yumuşak, çocuksu sesiyle lafa karıştı: “Louisa’yla ben de mürebbiyemizle şakalaşırdık, ama öyle iyi bir insandı
ki her şeyi hoş görürdü. Hiçbir türlü sinirlendiremezdik onu. Bize hiç kızmazdı. Öyle değil mi, Louisa?”
“Hiçbir zaman. Biz de dilediğimizi yapardık. Masasını, iş sepetini, çekmecelerini karıştırır, altüst ederdik. Öyle iyi huyluydu ki ne istesek verirdi bize.”
Blance Ingram alaycı bir küstahlıkla dudak bükerek,
“Şimdi artık gelmiş geçmiş, bütün mürebbiyelerin anıları, öyküleri anlatılacak demektir,” dedi.
“Böyle bir felaketi önlemek için ben gene konuyu değiştirmemizi öneriyorum. Mr. Rochester, benim bu önerimi destekliyor musunuz?”
“Destekliyorum, hanımefendi; sizin her önerinizi desteklediğim gibi.”
“Öyleyse, sorumluluğu üzerime alıyorum. Signior Eduardo, bu gece sesiniz kıvamında mı?”
“Donna Bianca, siz emredin kıvama gelsin.”
“Öyleyse, signior size hükümdarlık emrini bildiriyorum. Ciğerlerinizi körükleyip, gırtlağınızı yağlayın, ses tellerinizi ayarlayın; çünkü sizi göreve çağıracağım!”
“Böyle ilahî bir Mary’nin karşısında Rizzio olmayı kim dilemez?”
“Rizzio’nun canı cehenneme!” Blanche Ingram o gür saçlı başını şöyle bir arkaya atarak piyanoya doğru yürüdü. “Benim kanımca kemancı David uyuşuk, miskin herifin biriymiş; kara Bothwell’i daha çok beğeniyorum ben. Bence biraz şeytanlık, iblislik erkeğin tuzu
biberidir, başka türlüsü bir işe yaramaz. Tarihçiler de James Hepburn konusunda ne yargıda
bulunurlarsa bulunsunlar, bana öyle geliyor ki tam benim gönlüme göre vahşi, hoyrat, ateşli bir efeymiş o! Karşıma çıksa seve seve ‘evet’ diyebileceğim bir erkek.”55
Mr. Rochester, “Beyler, işittiniz!” diye bağırdı. “İçinizden hanginiz en çok Bothwell’e benziyor, dersiniz?”
Albay Dent, “Bir benzeyenimiz varsa o da sensin,” dedi.
Mr. Rochester, “Aman efendim, iltifatınız,” diye karşılık verdi.
Bu arada o kar beyaz eteklerini şahane bir edayla yayarak gururlu bir zariflikle piyano başına geçmiş olan Blanche Ingram, büyük bir ustalıkla bir prelüt çalmaya başlamıştı. Bir
yandan da konuşuyordu. Bütün çalımı üstünde gibiydi bu gece. Hem sözleriyle, hem de davranışlarıyla çevredekilerin hayranlığını kazanmakla kalmayıp afallatarak başlarını da döndürmek niyetinde olduğu belliydi. Zekâsı, nükteleri, cüretiyle göz kamaştırmaya karar
vermişti. Bir yandan piyanosunu çalarken bir yandan da, “Ah, bugünün delikanlılarından öyle bezdim ki!” diyordu. “Zavallı pısırık şeyler! Bey babalarının bahçe kapısından dışarı bir adım atacak halleri yok; hatta hanım analarından izin almadan, anneciklerinin elinden tutmadan bahçe kapısına kadar bile gidemezler. Akılları, fikirleri yüzlerinin güzelliğini, ellerinin beyazlığını, ayaklarının zarifliğini korumakta. Sanki erkeklerin güzellikle bir ilişkisi varmış gibi! Sanki güzellik yalnız kadının özel hakkı, kadının yasal mirası, mülkü değilmiş
gibi! Çirkin bir kadının doğanın yüz karası olduğunu kabul ederim, ama erkeklere gelince... Onlar lütfen yalnız güçlü, yiğit olmakla yetinsinler. Onların ideali şu olsun: Avlan, at bin,
dövüş! Gerisi incir çekirdeğini doldurmaz. Ben erkek olsaydım böyle düşünürdüm.” Bir duralama oldu. Kimseden ses çıkmadığını görünce, Blanche, “Ne zaman aklıma eser de
evlenirsem,” diye sözlerini sürdürdü, “süslenip, kırıtmakta bana rakip olacak bir koca seçmeye hiç niyetim yok. Kocam, benim zıttım olarak tamamlayacak beni. Tahtım
dolaylarında rakip yaşatmam ben. Kayıtsız şartsız, ancak bana tapınılmalı. Kocam aynadaki
kendi yansımasına değil de, bana hayran olmalı... Mr. Rochester, şimdi şarkı söyleyin artık. Ben de sizin için piyano çalacağım.”
Efendim, “Buyruğunuzu bekliyorum,” dedi.
“İşte bir korsan şarkısı. Benim korsanlara bayıldığımı bilin de ona göre con spirito56 söyleyin.”
“Miss Blanche Ingram’ın dudaklarından dökülen buyruklar bir sürahi sulu süte bile ruh katar.”
“Dikkatli olun ama... Beni hoşnut bırakmazsanız böyle şeylerin nasıl söyleneceğini göstererek rezil ederim sizi!”
“İnsanı kötü şarkı söylemeye kışkırtıyorsunuz! Şimdi artık sizi hoşnut bırakmamaya çalışacağım.”
“Gardez-vous-en bien!57 Kasıtlı olarak kötü söylerseniz ona göre bir cezaya çarptırırım sizi.”
“Yalvarırım yumuşak yürekli olun; çünkü siz öyle bir ceza verebilirsiniz ki buna hiçbir insanoğlu dayanamaz.”
Genç hanım, “Ah-ha! O da neymiş?” diye sordu. “Açıklayın.”
“Özür dilerim, hanımefendi; açıklamaya ne gerek var? Sizin bir kaş çatmanız idam cezasıyla birdir... Bunu anlayacak kadar zekisiniz.”
Blanche gene, “Şarkı söyleyin!” diye buyurdu, piyanonun tuşlarına dokunarak büyük bir canlılıkla şarkıya çalgıyla eşlik etmeye başladı.
Ben, “Sıvışıp gitmenin tam sırası,” diye düşündüm. Ama o sırada yükselen ezgiler benim yerimden kalkmamı engelledi. Mrs. Fairfax, efendimizin güzel sesli olduğunu söylemişti.
Öyleymiş: Kadife gibi, gene de güçlü bir bas sesi vardı, buna kendi duygularını, kişilik gücünü de katıyor, kulaktan yüreğe bir yol bularak insanı tuhaf heyecanlara boğuyordu.
Derin, çınlayıcı ezgilerin en sonuncusu da duyulmaz oluncaya, şarkı süresince kesilmiş olan
konuşma sesleri yeniden yükselinceye kadar bekledim. Sonra kuytu köşeciğimden ayrıldım, bereket versin çok yakında olan yan kapıdan dışarı süzüldüm. Burası dar bir geçit sofaya çıkıyordu. Bu geçitteyken sandaletimin bağının çözülmüş olduğunu gördüm. Bağlamak için
merdiven dibinde durdum. Tam o sırada yemek salonunun kapısı açılıp kapandı. Beylerden biri çıktı. Çarçabuk doğrularak döndüm... Onunla yüz yüze geldim. Efendimdi bu!
“Nasılsın Jane!” diye sordu.
“Çok iyiyim, efendim.”
“Demin yanıma gelip neden konuşmadın benimle?” Bu soruyu ona asıl benim sormam gerektiğini düşündüm, ama ona karşı bu teklifsizliği göstermekten çekindim. “Sizi rahatsız etmek istemedim, efendim,” dedim.
“Çok meşguldünüz.”
“Benim yokluğumda neler yaptın bakalım?”
“Hep aynı şeyler. Adela’ya ders çalıştırdım her zamanki gibi.”
“Bir yandan da iyice sararıp solmuşsun. Seni görür görmez fark ettim bunu. Neyin var bakalım?”
“Hiçbir şeyim yok, efendim.”
“Beni boğmana ramak kaldığı gece soğuk mu aldın yoksa?”
“Hiç de değil.”
“Haydi, salona dön öyleyse. Çok erken gidiyorsun.”
“Yorgunum, efendim.”
Rochester bir an yüzüme baktı: “Biraz da üzgünsün. Derdin nedir? Söyle bana.”
“Hiç. Hiçbir derdim yok, efendim. Üzgün falan da değilim.”
“Ben de diyorum ki üzgünsün; hem öylesine ki dokunsam gözlerinden yaş gelecek... İşte, geldi bile! Kirpiklerinin arasında ışıldıyor. Bir tanesi de aşağıya doğru kaydı. Vaktim olsaydı, bir de uşaklardan biri görüp de laf edecek diye ödüm kopmasaydı, ben bu işin içyüzünü mutlaka öğrenirdim. Her neyse, bu gecelik erkenden çekilmene izin veriyorum. Yalnız şunu bil ki konuklarım kaldığı sürece her akşam salona inmeni bekliyorum. Benim isteğim bu...
Göz ardı edeyim deme. Hadi, şimdi git de Sophie’yi yolla, Adela’yı alsın. İyi geceler, benim...”
Dudağını ısırarak sustu, sonra birden dönerek yanımdan ayrıldı.



47.(Fr.) Elbise değiştiriyorlar.(Y.N.)
48.(Fr.) Annemin yanındayken,konuk gelince onların peşinden giderdim,salona,odalarına kadar; çoğu zaman hizmetçilerin hanımları
giydirmelerini seyrederdim.Öyle hoştu ki! İnsan böyle öğreniyor.(Y.N.)
49.(Fr.) Acıktı,matmazel! Beş-altı saat var ki yemek yemedik.(Y.N.)
50.(Fr.) O zaman ne yazık olur! (Y.N.)
51.(Fr.) Bu güzel çiçeklerden bir tane alamaz mıyım,matmazel? Sırf tuvaletimi süslemek için.(Y.N.)
52.(Fr.) Nazik,küçük yüz .(Y.N.)
53.(Fr.) İyi günler,hanımlar.(Y.N.)
54.(Fr.) Daha iyi ya! (Y.N.)
55.Riz zio,Hepburn:David Riz zio,İskoçya Kraliçesi Mary’nin sekreteri ve büyük olasılıkla âşığıydı.Kraliçe’nin ikinci kocası Lord Darnley onu öldürttü.Ama Darnley de,sonradan Mary’nin üçüncü kocası olacak olan Bothwell Lordu James Hepburn’un emriyle öldürüldü.(Y.N.)
56.(İt.) Canlı,ruhlu.(Y.N.)
57.(Fr.) Sakın ha! (Y.N.)

Jane EyreHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin