"Düşüncesine bile dayanılmaz böyle bir şeyin! Normal değil! Olmayacak şey!"
"Hem sonra, şimdi ona karşı yalnızca bir kardeş sevgisi besliyorum, ama karısı olmak zorunda kalırsam zamanla içimde ona karşı, elimde olmayarak, azap dolu acayip bir aşk
uyanabilmesi de olasıdır. Çünkü öyle üstün bir insan ki! Hallerinde, duruşlarında, konuşmalarında çok zaman bir görkem seziliyor. Böyle bir şey olduğu zaman da hayatım
artık büsbütün çekilmez olur. Benim sevgimi istemez o. İçimdekileri dışa vurursam beni ayıpladığını, hoşnutsuzluk duyduğunu bana sezdirir. Eminim buna."
"Oysa, iyi insandır."
"İyi, büyük insan! Ne var ki, kendi yüce amaçlarının peşinde koşacağım derken, benim gibi küçük kişilerin haklarını, duygularını unutuveriyor, bu yüzden de zalim oluyor. En iyisi,
önemsiz, kendi halinde kişiler onun yolundan çekilmeli, yoksa çiğner geçer... İşte geliyor. Ben gideyim, Diana!"
St. John'un bahçeye girdiğini görmüştüm, hemen yukarı koştum. Ama akşam yemeğinde
onunla gene yüz yüze gelmek zorunda kaldım. Masa başında her zamanki gibi sakin, rahattı.
Ben de, onun artık benimle pek konuşmayacağını sanıyordum. Hele evlilik sevdasından iyice vazgeçmiş olduğunu umuyordum. Yemekten sonra olup bitenler bana iki noktada da yanıldığımı anlatacaktı.
St. John'a akşam duasından önce okumak üzere her zamanki gibi bir ayet seçmişti. Onun İncil'den bölümler okumasını dinlemek her zaman büyük bir zevkti. Başka hiçbir
zaman o güzel sesi bu derece tatlı, derin çıkmaz, üzerine bu derece yalın bir görkem gelmezdi. Tanrı'nın sözlerini yinelediği zamanki gibi! Hele bu gece, pencereden içeri vuran, mum ışığını sönük bırakan duru Ay aydınlığında, kardeşlerinin arasında oturmuş, o kocaman, eski İncil'in üzerine eğilmiş okurken sesi her zamankinden daha ağır, daha ciddi çıkıyor, duruşu daha heyecan verici bir anlam taşıyordu. Okuduğu ayette Tanrı'nın vaat ettiği yeni Cennet anlatılıyordu: Tanrı insanların arasında yaşayacak, onların gözyaşlarını silecek, ortada ölüm, keder, tasa diye hiçbir şey bırakmayacakmış. Hele bundan sonraki sözleri okurken içimde bir tuhaf ürperti duydum; çünkü sesindeki anlatılmayacak kadar
hafif bir değişiklikle, gözlerini bana çevirir gibi olmuştu:
"Güçlüğü yenen kişi bütün nimetlere konacak, ben de onun Tanrı'sı olacağım, o da benim çocuğum. Lakin korkanlar, imansızlar... Kendilerini kaynar katranla, alevle dolu olan, ikinci ölüm sayılan o gölde bulacaklar..."
St, John'un benim böyle bir sona uğrayacağımdan korktuğunu artık anlamıştım. Bundan sonraki cümlelerde iman sahiplerinin gideceği Cennet anlatılıyordu. Bu en son, şahane bölümü okurken St. John'un sesine dingin bir zafer, derin, candan bir özlem ifadesi geldi. Kendi adının seçkinler listesinde yer aldığına inanıyor, onu Tanrı'nın ülkesine kavuşturacak olan saat gelip çatsın diye can atıyordu... Şanla, şerefle dolu olan, Tanrı'nın
aydınlığıyla dolu olduğu için de Güneş'in ve Ay'ın ışığına gerek duymayan o ülke. Bundan sonra gelen dua bölümüne St John bütün gücüyle, hevesiyle girişti. Öylesine içtendi ki! Tanrı'nın yanı sıra dövüşüyor, bir ruhu kazanmak için savaşıyordu: Yüreksizler için güç, sürüden ayrılanlar için önderlik diledi Tanrı'dan. Dünya zevklerine, ten zevklerine kapılarak Dar Kapı'ya93
sırt çevirenlerin, en son dakikada bile olsa, bağışlanıp gene sürüye alınmalarını diledi.
İçtenlik her zaman etkileyicidir. St. John'un içtenliği de beni önce büyüler gibi oldu, sonra duygulandırdı, en sonunda da huzur içinde bıraktı. Bu adam kendi ilkesinin yüceliğine,ululuğuna öylesine inanıyordu ki dinleyenler de, ister istemez, onun bu inancına
katılıyorlardı.Duadan sonra sıra onunla vedalaşmaya geldi. Ertesi sabah erkenden gidiyordu. Diana'yla
Mary onu öptü; galiba onun bir fısıltısı üzerine de dışarı çıktılar. Ben de elimi uzatarak ona iyi yolculuklar diledim.
"Eksik olma, Jane," dedi. "Dediğim gibi, Cambridge' den iki haftaya kadar dönüyorum; yani düşünüp taşınman için hâlâ bu kadar bir süren var. Kişisel gurur, onur gibi şeylere
kulak assaydım sana artık benimle evlenmenden söz etmezdim; ama ben ancak görevime kulak veriyorum. Başlıca amacımı, yani Tanrı'yı her şeyden üstün tutmayı, hiçbir zaman göz önünden ayırmamaya çalışıyorum. Peygamberimiz her acıya katlanmış; ben de öyle
olacağım. Öfkeme kapılarak seni günahla karşı karşıya bırakıp gidemem. Pişmanlık getir,
Jane; iş işten geçmeden karar ver. Unutma ki Tanrı bizlere zaman gündüzken çalışmamızı
buyurmuş. 'Gece geliyor, o zaman kimse çalışamaz'94 diye uyarıda bulunmuş. Varlığının ölümsüz, yüce yönünü seçmen için Tanrı sana güç versin."
Bu son sözleri söylerken elini başıma koydu. İçten, tatlı bir ifadeyle konuşmuştu.Sevdiğini çağıran bir âşık ifadesi değildi bu; cemaatinin doğru yoldan sapmış bir kişisini
geriye çağıran bir papazın, daha doğrusu, dirliğinden sorumlu olduğu ruhu korumaya çalışan bir "Koruyucu Melek"in ifadesiydi. Bütün yetenekli kimselerin -ister duygulu olsunlar, ister olmasınlar, ister yumuşak, ister sert olsunlar- karşılarındakini kolaylıkla etkilerinin altına alabildikleri zamanlar vardır, yeter ki içten olsunlar! Benim içimde o dakikada St. John'a karşı tapınmaya benzer bir duygu uyanmıştı, öyle şiddetli bir tapınma duygusu ki bir hızla beni ne zamandır kaçındığım noktaya doğru itiverdi. İçimden, ona karşı savaşmayı bırakmak
geldi... Onun iradesinin seline atılıp varlığının akıntısına kapılmak, böylece kendi varlığımı
eritip yitirmek. Bir zamanlar nasıl bir başka erkeğin, başka türlü ısrarlarının etkisi altında
kalmışsam şimdi de St. John'un etkisi altındaydım. İki seferinde de aptallık ettim. İlk seferindeki ısrarlara kapılmak bir ilke yanlışıysa, bu seferki de bir yargı yanlışı olurdu. Şimdi o krizlere aradan geçen zamanın durgun aynasında bakınca bunu görebiliyorum; yalnız, o
anda, budalalık ettiğimin farkında değildim. Onun eli başımda, öyle duruyordum. "Hayır" deyişlerimin hepsi unutulmuş, korkularım
giderilmiş, çırpınmam dinmişti. "Olamaz" dediğim şey, yani St. John'la evlenmem aklıma her an daha yakın gelmeye başlıyordu. Beklenmedik bir dalga, her şeyi kökünden
değiştirmekteydi. Dinsel inancım dile geliyor, melekler el ediyor, Tanrı buyuruyor, yaşam bir ferman kâğıdı gibi sarılıp dürüldükçe ölümün açılan kapılarının ardından ölümsüzlük
görünüyordu. Orada huzura kavuşmak için buradaki her şey bir anda feda edilebilirmiş gibi
geliyordu. Loş oda hayallerle doluydu.
Genç misyoner, "Şimdi karar verebilir misin?" diye sordu.Yumuşacık bir sesle sormuştu bunu; gene öyle, usulca, beni kendine doğru çekti. Ah şu yumuşaklık, uysallık! Şiddetten nasıl da güçlüdür! St. John'un gazabına karşı gelebilmiştim
de şimdi, yumuşak başlılığının karşısında mum gibi erimekteydim. Bir yandan da hep biliyordum ki ona şimdi boyun eğsem bile önceki direnmemin hesabını bir gün gelip bana sormaktan dünyada vazgeçmeyecekti. Bu dua saati onun huyunu değiştirmiş değildi; yalnızca
yaradılışının yüce yönünü, şimdilik üste çıkarmıştı.
"Emin olabilsem karar verirdim," dedim. "Seninle evlenmemin Tanrı iradesi olduğunu bilsem hemen şimdi, şuracıkta yemin ederdim evlenmeye... Sonradan ne olursa olsun!"
O, "Dualarım kabul oldu!" diye coştu, elini başıma büsbütün bastırdı. Sanki bana el koyuyordu. Kolunu, beni severmişçesine, bana sardı. "Severmişçesine" diyorum; çünkü
aradaki ayırımı biliyordum. Sevilmenin nasıl olduğunu öğrenmiştim bir zamanlar. Şimdi ise
ben de St. John gibi aşkı kafamdan silerek yalnız Tanrı'yı, görevimi düşünüyordum, üzerinde hâlâ kuşku bulutları uçuşan kararsızlığımla savaşıyordum. Bütün kalbimle, varlığımın bütün ateşiyle, candan istiyordum doğru yolu görebilmeyi!
"Gideceğim yolu göster bana, n'olur!" diye Tanrıma dua ediyordum. Ömrümde hiç bu kadar heyecanlandığımı bilmiyorum. Bundan sonra olup bitenlerin, heyecanın etkisi olup olmadığına siz karar verin.
Ev sessiz, durgundu. St. John'la benden başka herkes uykuya çekilmiş olsa gerek. Tek bir şamdandaki mum bitmek üzereydi. Oda Ay ışığı içinde yüzüyordu. Yüreğim derinden derine,
hızlı hızlı çarpmaktaydı, vuruşu gövdemi sarsıyordu nerdeyse. Sonra, apansız, ta köküne kadar saplanan, anlatılmaz bir duyguyla durur gibi oldu; bu duygu hemen elime, ayağıma, başıma doğru yayıldı. Elektrik sarsması gibi değilse de, aynı derecede keskin, tuhaf,
irkilticiydi. Bütün benliğimi, şimdiye dek derin bir uykudaymışım gibi; birden dürttü,silkeleyip zorla uyandırdı. Duygularım tetikte, sivrilip dikildiler. Gözlerim dört açılmış,kulaklarım kirişte, bütün vücudum iliklerime kadar titriyordu. St. John, "Ne duydun? Nedir
gördüğün şey?" diye sordu.
Bir şey gördüğüm yoktu ama nereden geldiği belirsiz bir ses gelmişti kulağıma. Bu sesin,
"Jane! Jane! Jane!" diye haykırdığını duydum; o kadar!
"Tanrım! Bu ne?" diye soluk soluğa fısıldadım. "Nerede?" diye sormak daha yerinde olurdu, çünkü bu ses ne odada, ne evde, ne de bahçedeydi; ne havadan geliyordu, ne yerin
altından. Eskiden duymuşluğum vardı bu sesi... Nerede, ne zaman? Bulup çıkaramadım önce.
Bir insan sesiydi. Tanıdık, sevilen, unutulmaz bir ses. Evet, efendimin, Edward Fairfax Rochester'ın sesiydi bu... Acı içinde, kahır içinde, ısrarla, yalvarışla, deli gibi beni çağırıyordu.
"Geliyorum!" diye bağırdım.
"Bekle beni! Ah, bekle, geliyorum!"
Kapıya koşup dışarı baktım: Sofa karanlık. Bahçeye fırladım: Bomboş! "Neredesin?" diye haykırdım.
Vadinin gerisindeki yamaçlardan belli belirsiz bir karşılık geldi: "Neredesin?.." Kulak kesilmiştim. Rüzgâr çam ağaçlarının alçak dallarında dolaşıyordu. Her yanda bozkır sessizliği, sessiz gece... Çit kapısının yanındaki taflanların arasından kara bir hayalet gibi
yükselen boş inana, "Sen çekil!" diye seslendim. "Bu senin marifetin değil. Ne de bir büyü işi.Bu bir doğa olayıdır. Doğa en sonunda coştu, eyleme geçti; bir mucize yarattığı söylenemezse de, elinden geleni yaptı!"
Peşimden gelen, beni tutmaya çalışan St. John'un elinden kendimi kurtardım. Artık benim kendi irademi kullanmamın sırası gelmişti. Bütün gücüm dirilip şahlanmıştı. St.
John'a hiçbir şey sormamasını, söylememesini buyurdum, hemen gitmesini istedim. Yalnız kalmam şarttı. St. John dediklerimi hemen yaptı. Kişi, buyuracak güce sahip olunca buyruğu o saat dinlenir.
Odama çıktım, kapımı içeriden kilitledim, diz çökerek dua etmeye başladım. St.John'unkinden ayrı, kendimce bir duaydı bu, ama etkiliydi gene de. Tanrı'ya iyice yaklaştığımı duyumsuyordum. Ruhum minnet içinde O'nun ayaklarına kapandı. Bu şükran duasından sonra ayağa kalkarak bir karara vardım. Sonra, aydınlığa kavuşmuş olarak, hiç korkusuz, yatağıma uzandım. Artık sadece gün ışısın, diye bekliyordum.93.Kutsal Kitap,Yeni Ahit,Matta 7:13.(Y.N.)
94.Kutsal Kitap,Yeni Ahit,Yuhanna 9:4.(Y.N.)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jane Eyre
RomanceJane Eyre,Charlotte Brontë © 2007,Can Sanat Yayınları Ltd.Şti. Tüm hakları saklıdır.Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yaz ılı izni olmaksız ın hiçbir yolla çoğaltılamaz . 1.basım:2007 4.basım:Eylül 2013,İstanbul E-kitap 1.sürü...