Kalkıp giyinirken, gece olup bitenleri düşünüyor, düş mü, değil mi, bilemiyordum. Mr. Rochester'ı gene görüp de o sevgi bildiren, mutluluk umduran sözlerini yeniden duymadıkça gerçeğe inanamayacaktım. Saçlarımı yaparken aynada yüzüme baktım. Yüzüm artık alımsız, gösterişsiz değilmiş gibi geldi bana. Yüzümün ifadesi umut, rengi yaşam doluydu. Gözlerim de yaşam kaynağını görmüş, o ışıklı suların parlaklığını kapmış gibiydi. Çoğu kereler
efendimin yüzüne bakmakta isteksizlik göstermiştim; çünkü onun benim yüzümü beğenmeyeceğinden korkmuştum. Şimdi ise onun sevgisini soğutmak korkusu olmaksızın yüzüne bakabileceğimi seziyordum. Çekmecemden sade, temiz, hafif bir yazlık elbise
çıkartıp giydim. Sanki şimdiye kadar hiçbir giysi bana bu derece yaraşmamıştı! Şimdiye kadar hiçbir giysiyi bu derece coşkun bir mutlulukla giymemiştim ki!
Merdivenlerden koşarak aşağı indiğimde, geceki kasırganın yerini pırıl pırıl bir haziran sabahının almış olduğunu görünce, açık camlı kapıdan içeri dolan güzel kokulu, taptaze rüzgârın soluğunu duyunca hiç şaşmadım! Ben böyle mutluyken doğa da şenlik yapacaktı
elbet. Araba yolundan bir dilenci kadınla küçük oğlu yaklaşmaktaydılar, ikisi de soluk
benizli, pırtık şeylerdi. Hemen koştum, kesemde kaç para varsa hepsini onlara verdim; üç- dört şilin bir şeydi, ama karınca kararınca benim bayramımdan onlar da nasiplenmeliydiler!
Kargalar gaklıyor, daha neşeli olan kuşlar cıvıldaşıyorlardı. Gene de hiçbir şey benim sevinçli
gönlüm kadar şen şakrak olamazdı!
Mrs. Fairfax üzgün bir yüzle pencereden bakıp son derece ciddi, "Miss Eyre, kahvaltıya buyurur musunuz?" diyerek beni şaşırttı. Kahvaltı sırasında da kadıncağız sessiz, soğuk durdu bana karşı. Onun kapıldığı yanlış kanıyı düzeltmek elimde değildi ki. O da, ben de,
efendimizin açıklama yapmasını bekleyecektik. Zorla bir şeyler yedim, hemen yukarı koştum. Ders odasının kapısında Adela'ya rastladım, dışarı çıkıyordu.
"Nereye gidiyorsun?" diye sordum. "Ders saatin şimdi."
"Mr. Rochester beni çocuk odasına gönderdi."
"Kendisi nerede?"
Adela dershaneyi göstererek, "Orada," dedi.
İçeri girdim, onu gördüm. Efendim, "Gel, bana günaydın de," diye buyurdu. Canıma minnetti bu benim. Bu sabah, merhabalaşmamız yalnızca resmî birkaç sözden,
tokalaşmaktan ibaret kalmadı: Kucaklaştık, öpüştük. Efendim tarafından böyle sevilip okşanmak pek doğal geldi bana. "Jane... Yüzünde güller açmış bu sabah. Güler yüzlü,
güzelsin, gerçekten güzel. Nerede benim o solgun benizli küçük ecinnim? Nerede benim arpacı kumrum? Bu yanağı gamzeli, gül dudaklı, güneş yüzlü küçük kız, ipek gibi kumral saçları, ışıklı yeşil ela gözleriyle bu kız, o mu?"
"O efendim; Jane Eyre."
"Yakında Jane Rochester olacak. Dört hafta sonra Janet. Dört haftayı bir gün bile geçmeyecek. Duydun mu?" Duymuştum, ama tam olarak kavrayamamıştım. Başım
dönüyordu. Bu sözlerin içimde uyandırdığı duygu, sevinç heyecanından daha yoğun bir şeydi... Sarsıcı, sersemletici bir şey; korkuydu neredeyse. "Önce kızardın... Şimdi de
bembeyaz kesildin. Neden Jane?"
"Bana yeni bir ad verdiniz de ondan, Jane Rochester. Öyle garibime gitti ki!"
"Evet, Mrs. Rochester," dedi "Genç Mrs. Rochester. Fairfax Rochester'ın çocuk yaştaki karısı."
"Olmayacak bir şey bu, efendim. Olanaksız bir şey. Bu dünyada tam mutluluk hiçbir insana nasip olmaz. Benim alın yazım da öteki insan kardeşleriminkinden daha başka olacak değil ya! Başıma böyle bir şey gelmesi bir masala benziyor... Bir düş!"
"Bu düşü gerçekleştirmek benim elimde. Gerçekleştireceğim de! Bugünden başlıyorum bu işe. Bu sabah Londra'daki bankama yazdım, kasalarımdaki mücevherleri bana
göndersinler, diye. Bunlar Thornfield'in bir hanımından öbürüne geçen aile andaçlarıdır.
Birkaç gün sonra hepsini kucağına boşaltacağım senin. Unvan sahibi bir adamın kızını alıyormuşum gibi davranacağım sana karşı."
"Sakın ha, efendim, bırakın siz mücevherleri! Lafından bile hoşlanmıyorum. Jane Eyre
için mücevher düşüncesi garip, yadırganır bir şey gibi geliyor bana. Hiç vermeyin, daha iyi."
"Elmas dizisini boynuna, elmaslı tacı alnına kendi elimle takacağım. Çok da yaraşacak; çünkü. Yaradan senin alnına soyluluk damgası vurmuş, Jane. Bu çıt kırıldım bileklere
bilezikler geçireceğim; bu tüy gibi parmakları yüzüklerle donatacağım."
"Yok, efendim, hayır! Başka şeyler düşünün, başka şeyler konuşun. Başka türlü konuşun benimle... Güzel bir kadınmışım gibi değil! Çünkü ben hep sizin okullu kızlar gibi sade olan
mürebbiyenizim."
"Benim gözümde sen güzeller güzelisin. Tam benim gönlüme göre bir güzelliğin var: İnce, hayal gibi."
"Yani cılız, silik, demek istiyorsunuz. Siz galiba düş görüyorsunuz, efendim. Yoksa, alay mı ediyorsunuz benimle? Tanrı aşkına, alaycı olmayın böyle!" O, "Senin güzelliğini, dünya âleme de kabul ettireceğim!" dedi. Onun bu türlü konuşması beni gerçekten tedirgin etmeye başlıyordu; çünkü ya kendi kendini ya da beni aldatmaya çalıştığını sanıyordum. "Jane'imi atlaslar, danteller içinde gezdireceğim. Saçına güller takacak, yüzüne paha biçilmez tüller örtecek."
"O zaman da siz beni tanıyamayacaksınız, efendim. Artık sizin Jane'iniz olmaktan çıkacağım, hokkabaz hırkası giymiş maymunlara, tavus tüyü takınmış serçelere döneceğim.
Sizin tutup da oyuncular gibi giyinmeniz neyse benim de saraylı hanımlar gibi giyinmem
odur. Bakın, ben size yakışıklısınız, güzelsiniz, diyor muyum?.. Sizi bütün varlığımla sevdiğim halde? Ama zaten sizi pek çok sevdiğim için iltifat edemiyorum. Ne olur, siz de
bana öyle iltifatlar etmeyin!"
O benim ne derece huzursuz olduğumu anlamadan gene konuştu: "Hemen her gün seni faytonla Millcote'a götüreceğim. Orada kendin için elbiseler seçeceksin. Dört hafta içinde evleneceğimizi söyledim sana. Nikâhımız şu aşağıdaki kilisede sessiz sedasız kıyılacak. Sonra seni Londra'ya götüreceğim. Orada biraz kaldıktan sonra da güneşe daha yakın diyarlara kaçıracağım seni: Fransız bağlarına, İtalyan ovalarına. Eski Dünya'nın da, Yeni Dünya'nın da
en ünlü yerlerini görecek benimtatlım. Sonra büyük kentlerin yaşantısını da tadacak.
Başkalarıyla ölçerek kendi kendine değer vermesini öğrenecek."
"Geziye çıkacağım ha? Hem de sizinle?"
"Paris'i, Roma'yı, Napoli'yi görüp gezeceksin... Floransa, Venedik, Viyana. Benim gezdiğim her yeri sen de gezeceksin. Benim kaba ayaklarımla çiğnediğim yerlerin üzerinden sen bir tüy gibi uçup geçeceksin. Bundan on yıl önce ben, yarı deli durumlarda dolaştım
Avrupa'yı. Yanımda yol arkadaşı olarak nefret, öfke, tiksinti vardı. Şimdi ruhum şifa bulmuş,
arınmış olarak döneceğim Avrupa'ya... Yanımda beni avutacak bir melek!"
Onun bu sözlerine karşı gülerek, "Ben melek falan değilim!" dedim. "Ölmeden de melek olamam... Ben kendimim, Mr. Rochester, benden öyle ilahî bir şeyler ne bekleyin, ne de
isteyin; çünkü elde edemezsiniz; nasıl ki ben de sizden melek falan gibi davranmanızı hiç beklemediğim gibi."
"Ne bekliyorsunuz peki benden?"
"Kısa bir süre için belki de şimdi olduğunuz gibi olacaksınız... Çok kısa bir süre. Derken ateşiniz soğumaya başlayacak. Sonra daha kaprisli, daha da sert olup çıkacaksınız. Sizi
hoşnut bırakabilmek için akla karayı seçeceğim. Yalnız, zamanla, bana alıştıkça benden gene hoşlanmaya başlayacağınızı umuyorum. Ama bakın... Hoşlanmak diyorum, âşık olmak değil. Aşkınız altı ayda, belki de daha önce uçup gidecek... Erkeklerin yazdığı kitaplara bakılırsa, yeni evli bir adamın aşkı bu kadar sürermiş. Ama sonradan, bir arkadaş, bir dert ortağı olarak, sevgili efendime hiç usanç vermeyeceğimi umuyorum."
"Usanç vermekmiş! Hoşlanmakmış! Bak göreceksin, sadece hoşlanmakla kalmayıp seni gerçekten, ateşle, vefayla sevdiğimi sen bile kabul edeceksin."
"Evet, ama siz ne de olsa kaprisli bir insansınız, efendim, öyle değil mi?"
"Beni salt yüzlerinin güzelliğiyle çeken kadınlara karşı evet! Onların duygusuz, ruhsuz olduklarını keşfedince, sığ, basmakalıp, inceliksiz, huysuz, sıradan, belki de aptal olduklarını öğrenince iblis kesilirim ben! Ama bir kadın ki derindir, içtendir, dürüsttür, konuşmasını
bilir; bir ruh ki ateşten yapılmıştır; bir karakter ki eğilir, ama bükülüp kırılmaz... Hem esnek, hem dimdik, hem uysal, hem de prensip sahibidir... İşte böyle bir kadına karşı ben her
zaman vefalı, her zaman sevecenimdir."
"Şimdiye kadar hiç böyle bir kadın tanıdınız mı, efendim? Hiç böyle birini sevdiniz mi?"
"Şimdi seviyorum."
"Benden önce demek istedim. Hoş, ben sizin ileri sürdüğünüz çetin ölçülere uyabileceğimi hiç sanmıyorum ya..."
"Ben şimdiye kadar senin bir eşine daha rastlamadım, Jane. Beni hem hoşnut ediyorsun, hem de egemen oluyorsun bana. Boyun eğer gibi davranıyorsun. Bayılıyorum senin bu
uysallığına... Parmağıma yumuşacık bir ibrişim dolar gibi. Ben bu ipek iplikle oynarken ta yüreğime doğru bir titreşim yayılıyor. Etkilenmişim, yenilmişim, elden gitmişim meğer!
Yalnız, bu anlatamayacağım kadar tatlı bir duygu. Bu yenilgide kazanacağım her türlü zaferden çok daha güçlü bir büyü var... Neden gülüyorsun öyle, Jane? Yüzündeki şu
anlaşılmaz, şeytanca ifade ne anlama geliyor ki?"
"Kusura bakmayın, efendim, elimde olmadan aklıma bir şey geldi de... Hercules'i, Samson'u düşünüyordum... Onları büyüleyen kadınları..."
"Ya, demek bunları düşünüyorsun, öyle mi, seni küçük şeytan seni!"
"Yeter, canım efendim; şu sırada neler dediğinizi pek bilmeyen bir haliniz var... Hercules'le Samson'un bir zamanlar ne yaptıklarını pek bilmedikleri gibi! Yalnız, onlar da
kendilerini büyüleyen kadınlara nikâh kıysaydılar koca olarak gösterdikleri sertlik, önce
gösterdikleri gevşekliği kapatırdı besbelli. Sizinle de durumumuzun böyle olacağından korkuyorum. Sonra, çok da merak ediyorum: Bundan bir yıl sonra sizden, gönlünüzün istemediği ya da işinize gelmeyen bir dilekte bulunsam, bunu nasıl karşılarsınız acaba?"
"Benden şimdi bir şey istesene, Janet. Ne olursa olsun. Benden bir şeyler dilemeni istiyorum."
"Hemen efendim. Dilekçem zaten hazır."
"Söyle! Ama böyle gülümseyerek yüzüme bakarsan daha dileğinin ne olduğunu anlamadan peki diyeceğim, bu yüzden de aptal durumuna düşeceğim."
"Hiç de değil, efendim. Benim tek dileğim şu: Londra'daki mücevherleri getirtmeyin, benim başıma güller falan takmaya kalkışmayın. Şu sade mendilinizin çevresine simli bir
zıh geçmekle bir olur bu."
"Has altına yaldız sürmek de, daha iyi! Biliyorum. Dilekçen kabul edildi, Janet... Ama şimdilik. Bankaya yazdığım talimatı geri alacağım. Yalnız, benden henüz bir şey istemiş
değilsin, yalnızca vereceğim bir armağanı vermekten vazgeçmemi diledin. Hadi, bir şey iste."
"Peki öyleyse, efendim. Merakımı son derece kabartan bir nokta var. Bu merakımı gidermek iyiliğinde bulunun bari."
Birden kaygılandı. Telaşla, "Neymiş bu? Ne?" diye sordu. "Merak tehlikeli şeydir. Neyse ki senin her isteğini yerine getireceğim diye yemin falan etmedim."
"Bu isteğimi yerine getirmekte hiçbir tehlike olamaz, efendim."
"Söyle, Jane. Ama keşke benim bir sırrımı sormak yerine, örneğin mülkümün yarısını isteyeydin benden."
"Aman, 'Kral Asuerus Hazretleri!'
70 Ne yapayım ben sizin mülkünüzün yarısını? Beni parasını mülke yatırma peşinde olan bir tefeci falan mı sandınız siz? Mülkünüzün yarısı
yerine inancınızın tümünü verin, bence daha iyi. Bana gönlünüzü veriyorsunuz, güveninizi
vermekten kaçınmazsınız elbet, değil mi?"
"Güvenimin sana layık olan kadarını seve seve veririm. Ama yalvarırım sana, Jane, gereksiz bir yük altına sokma kendini. Zehir isteme benden. Havva Anamız gibi, yasak bilgiler dileme."
"Neden, efendim? Daha demin söylüyordunuz yenilginin size nasıl tatlı geldiğini, etki altında kalmaktan ne kadar hoşlandığınızı. Bu itiraftan hemen yararlansam da salt elimdeki
gücü göstermek için size yalvarıp nazlanmaya, gerekirse ağlayıp somurtmaya başlasam
yerinde olmaz mı?"
"Haddin varsa dene bakalım böyle bir şey! Benim sevgimi kötüye kullanmaya kalk, bana
buyurmaya yelten... Her şey bitti demektir!"
"Öyle mi, efendim? Çabuk pes ediyorsunuz görüyorum. Ne de sert bir bakışınız var şu anda! Kaşlarınız parmak gibi kalınlaştı. Bir zamanlar bir şiirde "mavi siyah bir küme gök
gürültüsü" diye bir benzetiş okumuştum. Alnınız da tıpkı buna benziyor. Bu sizin evlilik
yüzünüz olsa gerek, değil mi, efendim?"
"Senin evlilik yüzün de şu şimdiki gibi olacaksa ben bu işten vazgeçtim. Dini bütün bir Hıristiyan olarak bir ecinni kızıyla ya da bir semenderle birlikte yaşlanamam! Ama senin
benden bir soracağın vardı, semendercik... Hadi sor!"
"Güzel! İşte artık kabalaştınız. Ben de sizin kabalığınızı iltifatlarınızdan daha çok seviyorum. Sizden sormak istediğim şu: Blanche Ingram'la evleneceğinize beni inandırmak
için neden onca zahmete katladınız?"
"Bu kadarcık mı? Tanrı'ya şükür daha aşırı bir şey değilmiş!" O kapkara çatık duran kaşları düzeldi. Bir tehlike atlattığı için sevinmiş gibi yüzüme bakıp gülümseyerek saçlarımı okşamaya başladı "İtiraf edebilirim, sanıyorum. Seni biraz kızdıracağım -kızdığın zaman da
nasıl cadılaştığını gördüm- ama... Dün gece kadere karşı isyan ederken, benim eşitim olduğunu ileri sürerken o serin ay ışığında alev alev tutuşmuştun sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jane Eyre
RomanceJane Eyre,Charlotte Brontë © 2007,Can Sanat Yayınları Ltd.Şti. Tüm hakları saklıdır.Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yaz ılı izni olmaksız ın hiçbir yolla çoğaltılamaz . 1.basım:2007 4.basım:Eylül 2013,İstanbul E-kitap 1.sürü...