“Bir dakika, Jane! Biraz da, sen beni bırakıp gittikten sonra hayatımın ne denli korkunç olacağını düşün. Bütün mutluluğumu çatır çatır koparıp götüreceksin. Peki, geriye ne kalacak? Yaşam eşi olarak elimde tek o yukarıdaki zırdeli var. Beni mezarlıktaki bir cesetle baş başa bırak, daha iyi! Sen gidersen ben ne yaparım Jane? Kendime bir can yoldaşı, bir dert ortağı nerelerde bulurum?” “Benim gibi yaparsınız siz de: Tanrı’ya, kendinize güvenirsiniz. Cennet’e inanır, orada gene karşılaşacağımızı umarsınız.” “Kararından dönmeyeceksin demek, öyle mi?” “Öyle.” “Demek beni sefil bir yaşantıya, lanetli bir ölüme yargılıyorsun, öyle mi?” Sesi yükselmeye başlamıştı. “Sizin temiz, günahsız bir yaşam sürmenizi, rahat ölmenizi istiyorum,” dedim. “Beni sevgiden, masumluktan yoksun bırakacaksın demek? Aşk yerine şehvetle, mutluluk yerine eğlenceyle yetinmeye yargılayacaksın beni?” “Böyle bir yargıya kendimi nasıl layık görmüyorsam sizi de layık görmüyorum, Mr. Rochester. İnsanoğlunun alınyazısı uğraşıp didinmek, acı çekmektir... Ben, siz, hepimiz. Yazgınıza boyun eğin. Ben sizi unutmadan çok önce siz beni unutmuş olacaksınız.” “Böyle konuşmakla beni yalancı yerine koyuyorsun, şerefime leke sürüyorsun. Seni ölünceye kadar seveceğimi söylüyorum, sense, ‘Hemen unutursun’ diye yüzüme karşı söylüyorsun. Yargılarının, ahlak anlayışlarının ne kadar ters olduğunu da davranışların ortaya koyuyor. Bir insanı mutsuz kılıp mahva sürüklemektense, ufacık bir yasaya karşı gelmek yeğ değil midir? Hem de bu aksaklık kimsenin burnunu kanatmayacaksa. Senin benimle yaşamandan gocunacak ya da zarar görecek kimin var ki?” Doğruydu bu. Efendim bu sözleri söylerken kendi vicdanım, kafam bana ihanet etmeye başladılar; ona karşı gelmekle suç işlediğimi ileri sürdüler. Zaten yaygara koparmakta olan duygularım kadar yüksek çıkıyordu şu anda sesleri, “Ah, ne olur, boyun eğ!” diyorlardı. “Onun çekeceği acıyı, onu bekleyen tehlikeleri düşün. Yalnız kalınca düşeceği durumları düşün. Ne kadar dik kafalıdır, aklından çıkarma. Umutsuzluğa kapılınca kendini kapıp koyuverecektir. Avut onu, kurtar. Sev onu. Söyle: ‘Seni seviyorum, senin olacağım!’ diye. Dünya yüzünde senin yaptığından zarar görecek kim var? Kim umursuyor ki seni?” Bunun karşılığı da yılmak nedir bilmeyerek yükseldi: “Kendimi umursuyorum ben. Ne kadar yalnız, ne kadar kimsesiz, ne kadar kolsuz kanatsız kalırsam, kendi kendimi o kadar sayacağım. Tanrı’nın buyurduğu, insanoğlunun kitaba yazdığı yasalara boyun eğeceğim. Aklım başımdayken öğrendiğim kurallara bağlı kalacağım. Şu anki duygularım, düşüncelerim sayılmaz; çünkü aklım başımda değil, deliyim. Yasalar, kurallar da tehlikesiz zamanlar için değildirler ki! İnsanın şeytana uymak üzere olduğu, ruhuyla, bedeniyle bu kurallara başkaldırdığı zamanlar içindir. Sert, katı da olsalar boyun eğeceğim onlara. Her önüne gelen kendi kişisel durumuna göre bu yasaları, kuralları bozmaya kalkarsa ne yararları kalır! Oysa bunlar yararlı, değerli şeylerdir. Oldum olası inanagelmişimdir buna. Şu anda inancım sarsıldıysa çılgınlığımdandır. İyice çılgınlaştım ben. Damarlarımda kan yerine alev akıyor, yüreğim deli gibi atıyor. Bana destek olarak, yalnızca eskiden edindiğim inançlar, ilkeler var. Bunlara sımsıkı sarılacağım.” Nitekim dediğimde durdum; Efendim de, yüzümü okuyunca kararımın kesin olduğunu gördü. Öfkesi taştı, köpürdü. Bu durumda kendini tutamazdı. Geldi, kolumdan, belimden kavradı beni. Alev alev yanan bakışlarıyla beni yutmak ister gibiydi. O anda bedenim yangın karşısında bir saman çöpü kadar dayanıksızdı.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.