St. John ertesi gün Cambridge'e gideceğini söylemişti ama gitmedi. Yolculuğunu bütünbir hafta erteledi. İyi ama sert, vicdanlı, gene de amansız bir insanın, kendisini kızdıranbirisine nasıl yaman ceza verebileceğini bu hafta süresince bana kanıtladı. Tek bir düşmancadavranışta bulunmadan, bir tek sitem, kötü söz söylemeden bana, gözden düştüğümü her an
belirtmeyi başardı.Sakın dindarlık ruhuna sığmayan bir kin güttüğü sanılmasın. Elinde her türlü olanağıolsa bile benim tek kılıma zarar gelsin istemezdi. Hem yaradılış hem de ilke bakımından,garez bağlamak, öç almak gibi şeylere burun kıvırmayan bir insandı. Onu küçük gördüğümüsöylediğim için bağışlamıştı beni, ama sözlerimi unutmuş değildi; ömrümüz boyunca daunutmayacaktı. Bana her bakışında gözlerinden anlıyordum ki bu sözler onunla benimaramda havaya yazılmıştır. Ne zaman konuşsam benim sesimde yeniden bu sözleriduymaktaydı; bana her verdiği karşılığın tınısında bu sözlerin yankısı gizliydi.
Benimle konuşmazlık etmiyordu; hatta her sabah gene eskisi gibi beni çalışma masasınaçağırıp ders yaptırıyordu. Görünüşte bana karşı davranışı gene aynıydı, ama eskidendavranışındaki, sözlerindeki, beni adeta büyüleyen o yakınlık yok olmuştu. Görünüşte hiç
değişmemekle birlikte eski yakınlığımızı iyice ortadan yok etmekte gösterdiği ustalık onun o
hınzır erkek yönüne zevk veriyordu sanırım. Ruhundaki din adamının paylaşmadığı, doğrubulmadığı bir zevk. Kısacası, bana karşı artık et, kemik olmaktan çıkmış, mermer bir heykelkesilmişti. Gözleri soğuk, parlak, ince birer mavi elmas, dili konuşan bir makineydi... Okadar!Bütün bunlar işkenceydi benim için... Sonu gelmez bir Çin işkencesi; çünkü beni sürekliolarak için için kızdırıp tasalandırarak, diken üstünde tutarak yıkıyor, mahvediyordu. Bana
öyle geliyordu ki yanılıp karısı olsam bu tertemiz ruhlu, soylu, iyi adam beni çok geçmeden,tek bir damla kanımı akıtmaksızın öldürebilirdi de onun o lekesiz vicdanına hiçbir suçlulukgölgesi düşmezdi. Bunu, özellikle, onu yatıştırmaya kalktığım zamanlarda seziyordum. Kendiüzgünlüğüme karşılık onda hiçbir üzgünlük bulamıyordum. Aramızdan kara kedi geçmesionu hiç tasalandırmıyor, eski halimize dönmek için hiçbir özlem duymuyordu. Kaç kereler,
gözlerimden ip gibi dökülen yaşlar, birlikte okuduğumuz sayfayı ıslattı, ama onun üzerindezerrece etkisi olmadı... Sanki yüreği gerçekten taş ya da demirdi. Bu arada kız kardeşlerinekarşı eskisinden daha sıcak davranıyordu. Sanki yalnız bana karşı soğuk davranması
aramızdaki soğukluğu belirtmeye yetmezmiş gibi bir de çelişkinin silahını kullanıyordu.Bunu kötülüğünden değil de ilke olarak yaptığından eminim.
Cambridge'e gitmesinden önceki gece, gün batarken bahçede dolaştığını gördüm. Ona
bakarken şimdi bana karşı buz gibi soğuk davranan bu adamın bir zamanlar hayatımıkurtardığını, yakın akrabam olduğunu düşündüm, onunla yeniden dost olmak için son birçaba göstermek içimden geldi. Dışarı çıktım, küçük çit kapısına yaslanmış olduğu yereyaklaştım. Hemen konuyu açarak, "St. John, senin bana hâlâ kızgın olmana çoküzülüyorum," dedim. "N'olur, dost olalım."Hiç istifini bozmadan, "Ben zaten dost olduğumuzu sanıyorum," dedi; ayın doğuşunuseyretmeyi sürdürdü.
"Yok, St. John, eski dostluğumuz kalmadı artık. Bunu sen de biliyorsun."
"Kalmadı mı? İşte bu kötü. Ben sana karşı hiçbir garez duymuyorum. Her zaman seniniyiliğini isterim."
"Buna inanırım, St. John; çünkü sen hiç kimsenin kötülüğünü isteyemezsin... Eminimbundan. Ama, ben senin yakın akrabanım. Düpedüz yabancılara karşı gösterdiğin iyiniyetten daha özel bir yakınlık bekliyorum senden."
"Elbet beklersin. Zaten ben de seni bir yabancı gibi tutmuyorum ki!"
Bunu soğukkanlılıkla, hiç istifini bozmadan söyleyişi yeter derecede yıldırıcı, gururkırıcıydı. Benliğimin, öfkemin sesini dinleseydim hemen kaçardım yanından. Gelgelelim,içimde öfkeden, gururdan daha derin duygular vardı. Bu adamın yeteneklerine, ilke sahibi
oluşuna son derece hayrandım. Onun dostluğu değerliydi, önemliydi benim için. Bunuyitirmek beni çok üzüyordu; yeniden kazanmak sevdasından hemen vazgeçecek değildim.
"Böyle mi ayrılacağız, St. John? Hindistan'a giderken de böyle mi bırakıp gideceksinbeni?"
O zaman, aya bakmaktan vazgeçerek, bana doğru döndü: "Hindistan'a gittiğim zamanseni bırakıyor muyum, Jane? Ne demek? Sen de benimle gelmiyor musun Hindistan'a?"
"Seninle evlenmezsem gelemeyeceğimi söyledin ya!"
"Sen de benimle evlenmiyorsun, öyle mi? Demek kararın karar?"
Sevgili okurlarım, bu soğukkanlı, sert yaradılışlı kişilerin, buz gibi sözleriyle insanı nebüyük bir dehşete salabileceklerini, bilmem, benim kadar siz de biliyor musunuz? Bunlarınöfkelerinde dağlardan kopmuş çığ gibi bir şey vardır, hoşnutsuzluklarında da bir buz
çatırdaması.
"Hayır, St. John, seninle evlenmeyeceğim," dedim. "Kararım karar."
Çığ yerinden oynamış, azıcık öne doğru kaymış, ama henüz üzerime çökmemişti.
"Gene soruyorum," dedi. "Buna hayır deyişin neden?"
"Önce, beni sevmediğin içindi," dedim. "Şimdiyse, benden adeta nefret ettiğin için hayırdiyorum sana. Seninle evlenirsem öldürürsün beni. Daha şimdiden öldürüyorsun."
Bembeyaz kesildi... Kâğıt gibi beyaz. "Seni öldürür müyüm? Şimdiden mi öldürüyorum?
Bu tür sözleri ağ-zına alman uygun değil... Çünkü şiddet dolu, asılsız, bir kadının ağzınayakışmayan sözler bunlar. Senin için hiç de iyi bir not verdirtmiyor. Sertçe kınamak gerek busözleri. Başkası olsa hiç bağışlamaz ama bence karşımızdakileri yetmiş yedi kez bağışlamakboynumuzun borcudur."
İşte şimdi her şey tamam olmuştu. İlk dargınlığımızı unutturayım derken bu dargınlığınhenüz kapanmamış olan yara yerinin üzerine yeni, daha derin bir yara açmıştım... Artık hiç
kapanmamacasına!
"Artık benden gerçekten nefret edeceksin," dedim. "Seninle barışmaya çalışmak boşuna.
Temelli düşman oldun bana." Bu sözlerimle bir yara daha açmıştım. Daha da kötüsü, busözler az çok gerçeği belirtiyordu. St. John'un o kanı çekilmiş dudakları titredi. Öfkesininçelik bıçağını iyice bilemiştim artık, biliyordum bunu. İçim burkuldu. Hemen onun elinikavrayarak, "Sözlerimi yanlış yöne çektin," dedim. "Seni üzüp kızdırmayı hiç istemiyorumben, inan bana."
Zehir gibi acı bir ifadeyle gülümsedi, elini kesinlikle elimden çekti. Hatırı sayılır birduralamadan sonra, "Artık sözünü geri alıyorsundur," dedi. "Hindistan'a gitmekten vazgeçiyorsun, öyle değil mi?"
"Hiç de değil!" dedim. "Senin yardımcın olarak gelirim."
Bundan sonra çok uzun bir sessizlik çöktü. Bu sırada genç papazın içinde, doğayladisiplin arasında ne gibi çarpışmalar geçiyordu bilmem. Ancak, mavi gözlerinde acayipışıklar yanıp sönüyor, yüzünün üzerinden garip gölgeler geçiyordu. Sonunda, "Benimyaşımda bekâr bir erkekle genç bir kadının birlikte yolculuk etmeye kalkışmalarınınsaçmalığını anlatmıştım sana. Bir daha bunun sözünü bile etmeyeceğini sanırdım.Anlayamamışsan senin hesabına üzüldüm," dedi.
Sözünü kestim. Böyle elle tutulur bir sitemde bulunması bana birden yürek vermişti.
"Mantıklı düşün, St. John... Saçmalamaya başlıyorsun. Benim önerim karşısında dehşete
düşmüş gibi numaralar yapıyorsun ama aslı yok bunun; çünkü yüksek bir zekân var; nedemek istediğimi anlayamayacak kadar ahmak ya da kibirli olamazsın. Bak genesöylüyorum: İstersen senin çömezin olurum ama karın, asla!"
Benzi gene kül gibi soldu. Yalnız, geçen seferki gibi gene duygularına kapılmayı önledi.Kesin, sakin bir ifadeyle, "Karım olmayan bir kadın çömez, benim işime gelmez," dedi.
"Demek ki benimle gelemiyorsun. Yalnız, önerin içtense Londra'dayken gider, evli birmisyonerle konuşurum, onun karısına yardımcı olarak gidersin. Böylece, sözünden dönmek,davayı bırakmak şerefsizliğinden de kurtulmuş olursun."
Sizin de bildiğiniz gibi ben hiçbir zaman resmen söz vermiş, bir davaya katılmışdeğildim. Onun için, şimdi bu sözler biraz gereksiz derecede sert, despotça kaçıyordu.
"Ortada şerefsizlik, sözden dönme, davayı bırakma diye hiçbir şey yok," dedim. "Hindistan'a,hele yabancılarla gitmeye, en ufak bir zorunluluğum yok. Seninle olsa birçok şeyleri gözealabilirdim; çünkü sana karşı hayranlık, kardeş sevgisi besliyorum, sana güveniyorum. Beriyandan kiminle gidersem gideyim, o iklime pek dayanamayacağımı da kesinlikle biliyorum."
St. John, "Ha! Canından korkuyorsun!" diye dudak büktü.
"Elbette. Tanrı bana canımı, sokağa atayım, diye vermedi ya! Senin istediğini yapmak dabence hemen hemen kendimi öldürmek olur. Zaten, yurdumdan ayrılmaya karar vermeden
kesinlikle inanç getirmek istediğim bir şey var: Acaba burada kalmakla insanlığa dahayararlı olamaz mıyım?"
"Ne demek istiyorsun?"
"Uzun uzun anlatmamın gereği yok. Çoktandır beni kuşku, korku içinde bırakan birsorunum var benim. Bu kuşkularımı gidermedikçe hiçbir yere ayrılamam."
St. John, "Ben senin aklının da, kalbinin de nerede olduğunu biliyorum," dedi.
"İçindegünah olan bir aşk yaşatıyorsun. Şimdiye kadar çoktan başını ezmeliydin bunun; lafınıederken yüzün kızarmalıydı. Aklın hâlâ Mr. Rochester'da, değil mi?" Doğru söylüyordu. Bunusessizliğimle itiraf ettim. "Onu mu arayacaksın?"
"Nerede olduğunu, ne yaptığını öğrenmem şart."
"Öyleyse bana düşen, seni dualarımda anmak, Tanrı'ya seni büsbütün defterdensilmemesi için gönülden yalvarmaktan ibarettir. Ben sende O'nun seçkin kullarından birini
bulur gibi olmuştum. Ama Tanrı'nın görüşü insanoğlunun görüşünden başkadır. Tanrı'nındediği olur."
Bunları söyledikten sonra, çit kapısını açıp geçti, koruluğa daldı. Çok geçmeden, onugöremez olmuştum. Eve dönüp salona girdiğimde Diana'yı, düşünceler içinde pencere
başında buldum. Diana benden epey boyluydu. Elini omzuma koydu, eğilerek yüzümüsüzdü."Jane," dedi. "Şu günlerde hep heyecanlı, huzursuz, solgunsun. Mutlaka bir derdin var. St.John'la konuştuğunuz işin ne olduğunu bana söylemez misin? Yarım saattir pencereden sizigözetliyorum. Böyle casusluk yapışımı hoş gör ama ne zamandır aklımdan olmayacak şeylergeçiyor da! St. John tuhaftır..." Diana duraladı. Ben de sesimi çıkarmadım. Biraz sonra, "St.
John çoktandır senin için kendince bir şeyler tasarlıyor," dedi. "Bundan eminim. Ne zamandırsana karşı, başka hiç kimseye göstermediği ilgiyi, yakınlığı gösteriyor... Ama, neden? Keşkeseni seviyor olsa. Seviyor mu, Jane?"
Diana'nın o serin elini aldım, kendi ateş gibi yanan alnıma koydum. "Sevmiyor, Diana...Zerre kadar sevmiyor."
"Öyleyse gözleri neden hep sende? Neden hep seninle baş başa kalmak istiyor? Mary ileben şu sonuca vardık ki St. John seninle evlenmek istiyor."
"Öyle. Evlenme önerdi bana."
Diana ellerini çırptı: "Biz de hep bunu ummuştuk, bunu istemiştik zaten! Ona evetdiyeceksin, değil mi, Jane? O zaman o da İngiltere'de kalır."
"Ne gezer, sevgili Diana! Onun benimle evlenmek istemesindeki tek amaç, Hindistan'ayanında götürebileceği bir iş arkadaşı sağlamak."
"Ne? Seni Hindistan'a mı götürmek istiyor?"
"Evet."
Diana, "Çılgınlık!" diye söylendi. "Kuzum, sen orada üç ayda ölür gidersin! Yok,Hindistan'a gitmeyeceksin sen. Razı gelmedin ya, Jane?"
"Evlenme önerisini geri çevirdim ama..."
"O da bundan müthiş burkuldu besbelli, öyle değil mi?"
"Müthiş! Korkarım hiçbir zaman bağışlamayacak beni. Oysa yanında kardeşi olarakgideceğimi söylemiştim."
"Çok aptallık etmişsin, Jane! Bir düşünsene bu işi: Ardı arkası kesilmez bir yorgunluk...Hem de yorgunluğun en güçlü kuvvetlileri bile öldürdüğü bir iklimde... ki sen zayıf,dayanıksızsın. St. John -bilirsin onu- seni yapamayacağın işlere sürükleyecektir. Öğlesaatlerinde bile dinlenmene izin vermeyecektir. Ne yazık ki onun her isteğini yerinegetirebilmek için sen de kendini zorluyorsun. Bunu gördüm ben. Onunla evlenme isteğinigeri çevirecek cesareti bulabildiğine şaşıyorum. Onu sevmiyorsun demek?"
"Bir koca olarak, hayır."
"Yakışıklı çocuktur."
"Ben de o kadar alımsızım ki birbirimize dünyada denk olamayız."
"Alımsız mı? Laf! Bal gibi çekicisin, hoşsun. Hem de tatlısın. Kalküta güneşinin altındakebap olursan yazık değil mi?" Sonra, Diana, St. John'la gitmek düşüncesinden temellivazgeçeyim diye bana yürekten yalvarmaya başladı.
"Zaten ister istemez vazgeçeceğim," dedim, "çünkü biraz önce gene ona yardımcı olarakgitmeyi önerdim, beni ayıpladı. Uygunsuz olurmuş bu. Evlenmeden gitmek lafını ağzımayakıştıramamış. Sanki işin başından beri ona kardeş gözüyle bakmamışım gibi! Ondanağabeylik beklememişim gibi!"
"Seni sevmediğini nereden biliyorsun, Jane?"
"Bu konudaki konuşmalarını bir duysan! Kendisi için değil de, bir misyoner olarakevlenmek istediğini kaç kez söyledi bana! Benim aşk için değil, çalışmak için yaratılmışolduğumu söylüyor. Şu var ki, bana sorarsan, aşk için yaratılmamışsam, evlilik için deyaratılmadım demektir. Tuhaf olmaz mı, Diana... insana salt işe yarar bir araç gözüyle bakan bir erkeğe bir ömür boyunca bağlanmak?"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jane Eyre
RomantikJane Eyre,Charlotte Brontë © 2007,Can Sanat Yayınları Ltd.Şti. Tüm hakları saklıdır.Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yaz ılı izni olmaksız ın hiçbir yolla çoğaltılamaz . 1.basım:2007 4.basım:Eylül 2013,İstanbul E-kitap 1.sürü...