Ha sırası gelmişken... İlk öneriyi bana sen yaptın aslında, Janet."
"Elbette! Ama konuya dönelim lütfen... Blanche Ingram?"
"İşte, ona kur yapar gibi davrandım; çünkü sana deli gibi âşıktım, seni de kendime deli gibi âşık etmek istiyordum. Buna ulaşmak için en kestirme yolun da seni kıskandırmak
olduğunu biliyordum."
"Güzel! Şimdi gözümde küçüldünüz işte! Küçük parmağımın tırnağı kadarsınız şu sırada. O biçim davranmanız doğrusu çok ayıp... Rezalet! Blanche Ingram'ın duygularını hiç hesaba katmadınız mı, efendim?"
"Onun bütün duyguları tek bir şeyde toplanmış: kibir. Böylelerinin burnunu sürtmek gerek. Kıskandın mıydı onu, Jane?"
"Bu sizin üstünüze görev değil, Mr. Rochester, sizi zerrece de ilgilendirmez. Şimdi bana
gene doğru olarak karşılık verin: Blanche Ingram acı çekmedi mi? Şimdi aldatılmış,
bırakılmış bir kız durumuna düşmeyecek mi?"
"Hiç de değil. Sana söyledim ya, asıl o beni bıraktı diye! Benim zengin olmadığıma inanınca duyduğu ateş bir anda sönükleşti... Daha doğrusu, temelli söndü."
"Tuhaf, dolambaçlı bir düşünüş yönteminiz var, Mr. Rochester; hatta kimi prensiplerinizin yazık ki, acayip olduğu bile söylenebilir."
"Prensiplerimi hiç iyi yetiştirmemişimdir, Jane. Bakımsızlıktan belki biraz eğri büğrü olmuşlardır."
"Ciddi olarak soruyorum, efendim: Bana bağışlanan büyük mutluluğu içim rahat olarak
tatmak isterim. Bir süre önce çektiğim zehir gibi acıları şimdi benim yüzümden bir
başkasının çekmesini istemem. Ortada böyle bir şey yok, değil mi?"
"Bundan emin olabilirsin, benim iyi yürekli kızcağızım! Yeryüzünde bana böyle tertemiz
bir sevgiyle bağlı olan tek varlık sensin. Ruhumdaki yaraları bu güzel merhemle sarıyorum
ben,Jane: Senin sevgine inanıyorum."
Omzumda duran ele dudaklarımı bastırdım. Çok seviyordum onu; o kadar ki ortaya vurmaktan çekiniyordum; o kadar ki bunu belirtecek sözcük bulamazdım zaten.
Biraz sonra, "Bir şey daha dile benden," dedi. "Senin dilediğini yerine getirmek bana kıvanç verecek."
Dilekçem gene hazırdı: "Niyetlerinizi Mrs. Fairfax'e anlatın, efendim. Dün gece bizi taşlıkta gördü, çok fena oldu. Ben onunla yeniden görüşmeden siz durumu anlatın ona. Öyle iyi yürekli bir hanımın bana kötü gözle baktığını bilmek üzüyor beni."
"Odana git, şapkanı giy," dedi. "Birazdan benimle birlikte Millcote'a gelmeni istiyorum.Sen hazırlanırken ben de o hatunu aydınlatırım. Ne düşündü dersin, Janet? Senin aşk
uğruna her şeyi feda ettiğini mi sandı acaba?"
"Mevkimi unuttuğumu sandı bence. Sizin mevkinizi de."
"Mevki! Mevki! Senin mevkin benim gönlümdür. Bundan böyle seni hor görmeye kalkışanların vay haline! Haydi, şimdi yukarı!"
Çabucak hazırlandım. Onun Mrs. Fairfax'in odasından çıktığını duyar duymaz ben de oraya koştum. Kadıncağız her sabahki gibi İncil'den bir sayfa okumaktaymış besbelli: İncil'i önünde, gözlüğü de kitabın üzerinde duruyordu. Mr. Rochester'ın gelmesi üzerine okumasını
falan unutmuş gibi bir hali vardı. Karşısında boş duvara dikili duran gözlerinde, hiç beklemediği bir haberle aklının karışmış olduğunu belli eden bir şaşkınlık okunuyordu.
Beni görünce kendini toparladı. Gülümsemek için şöyle bir davrandı, birkaç kutlama sözü söyledi. Yalnız, gülüş çok geçmeden sönüp gitti, başladığı cümle de yarım kaldı. Gözlüğünü kaldırıp İncil'ini kapattı, sandalyesini masa başından geriye doğru itti.
"Öyle şaşkına döndüm ki," diye söze başladı. "Sana ne diyeceğimi inan ki bilemiyorum,Jane Eyre. Düş falan görmüş değilim ya? Kimi zaman tek başıma otururken uyku bastırıyor;
yarı düş görür gibi olmayacak şeyler aklıma geliyor. Kaç kez böyle kestirirken, on beş yıl
önce ölen sevgili kocam içeri girip yanıma oturmuş gibi gelir; beni eskisi gibi 'Alice,' diye,adımla çağırdığını bile duymuşumdur. Sen de şimdi söyle bana: Mr. Rochester'ın sana
evlenme önerdiği sahi mi? Gülme bana. Daha beş dakika önce yanıma geldi, seninle evlenmek istediğini söyledi gibi geliyor."
"Bana da aynı şeyleri söyledi," dedim.
"Öyle mi? İnanıyor musun ona? Kabul ettin mi önerisini?"
"Evet."Kadıncağız şaşkın şaşkın yüzüme baktı: "Aklımdan geçmezdi. Gururludur efendimiz.
Bütün Rochester'lar gururlu olagelmişlerdir. Babası paraya düşkündü, kendisinin de hesaplı
olduğu söylenir. Demek niyeti seninle evlenmek, ha?"
"Bana öyle diyor."
Mrs. Fairfax beni tepeden tırnağa süzdü. Bende bu bilmeceyi çözmeye yarayacak bir güzellik bulamadığını gözlerinden okudum. "Doğrusu aklım ermiyor!" dedi. "Sen de söylediğine göre doğru olsa gerek. Ama sonu nasıl çıkar, bilemem... Gerçekten bilemem.
Böyle durumlarda mevki, servet eşitliği çok zaman aranır. Hem sizin aranızda yirmi yıl yaş farkı da var. Mr. Rochester neredeyse senin baban olacak yaşta."
Ben sinirlenerek, "Hiç de değil!" diye karşılık verdim. "Babam olacak yaşta falan sayılmaz! Bizi yan yana görenler böyle bir şeyi akıllarına bile getirmezler. Mr. Rochester
yaşını hiç göstermiyor. Zaten ruhu da, yirmi beşinde gibi genç."
Mrs. Fairfax, "Seninle gerçekten sevda uğruna mı evleniyor şimdi?" diye sordu. Onun bu soğuk, kuşkucu tutumu öyle gönlümü kırmıştı ki gözlerime yaşlar doldu.
Kâhya kadın, "Seni üzmek istemem, ama öyle gençsin ki!" diyordu. "Erkekler konusunda
da öyle toysun ki, biraz kulağını bükmek isterdim. Eski bir söz vardır, 'Her ışıldayan, altın değildir,' derler. Bu işin altından da senin, benim ummadığımız bir pürüz çıkacak diye
korkarım."
"Neden? Ucube falan mıyım ben? Mr. Rochester'ın bana karşı candan bir sevgi duyması olanaksız mı yani?"
"Yo, sen pekâlâ hoş bir kızsın. Son zamanlarda geliştin de. Mr. Rochester'ın seni sevdiğinden de kuşkum yok. İlk baştan beri seni el üstünde tuttuğu gözüme çarpmıştır.
Arada onun böyle seni belirli olarak ayırt etmesinden senin hesabına kaygılandığım oldu,
kulağını bükmek istedim; ama aklıma hiçbir kötülük getirmek de işime gelmedi. Böyle bir dokundurmanın seni üzeceğini, belki de gücendireceğini biliyordum. Sen kendin de öyle usturuplu, öyle aklı başında, öyle kendi halinde bir kızsın ki senin kendi kendini bütün
tehlikelerden koruyabileceğine inandım... Derken, dün gece bütün evi arayıp da ne seni, ne de beyefendiyi hiçbir yerde bulamayınca neler çektim, anlatamam sana. Derken, saat on ikide ikinizin birlikte eve döndüğünüzü gördüm..."
"Her neyse yararı yok artık," diye sabırsızlıkla onun sözünü kestim. "Kötü bir şey yapmadığımı öğrendiniz ya, yeter."
"Dilerim sonu da iyi çıkar, kızım... Ama inan bana, ayağını ne kadar denk alsan yeridir.
Mr. Rochester'ı kendinden uzak tutmaya çalış. Ne ona güven ne de kendine. O mevkideki beylerin, evlerindeki mürebbiyelerle evlenmek âdetleri değildir." Artık tepem atmaya başlıyordu. Neyse ki tam o sırada Adela koşarak içeri girdi. "N'olur,
ben de geleyim! Yalvarırım, ben de geleyim Millcote'a!" diye sızlandı "Mr. Rochester bırakmıyor. Oysa yeni faytonda dünya kadar yer var. N'olur matmazel, siz yalvarın ona, beni
de alsın."
"Peki söylerim, Adela," diyerek hemen onu alıp oradan uzaklaştım. Kötümser akıl hocamdan uzaklaştığıma seviniyordum, doğrusu!
Fayton hazırlanmış; evin ön kapısına getireceklermiş. Mr. Rochester bir aşağı, bir yukarı gezinip duruyor, Kılavuz da onu adım adım izliyordu.
"Adela da bizimle gelebilir, değil mi, efendim?" diye sordum.
"Gelemezsin, dedim ben ona. Piç kurusu istemiyorum bugün yanımda, yalnız seni istiyorum."
"N'olur gelsin, efendim! Daha iyi olur."
"Hiç de değil. Can sıkıntısı olur yalnızca."
Sesi de, tavrı da bir hayli sertti. Zaten Mrs. Fairfax'in uyarıları, kuşkuları da neşemi kırmış, içimi ürpertmişti. İçimdeki umutların yerini bir güvensizlik, bir kuşku almıştı. Ona
olan inancımı da yarı yitirmiş gibiydim. Pek üstelemeden ona boyun eğmek üzereydim;arabaya binmeme yardım ederken yüzüme baktı:
"Ne var?" diye sordu. "Güneş batıverdi sanki. Bıcırığın ille bizimle gelmesini mi istiyorsun? Onu burada bırakırsak keyfin mi kaçacak?"
"Gelirse daha çok sevinirim, efendim."
Efendim, "Öyleyse, bıcırık, koş hemen şapkanı giy, yıldırım gibi dön!" diye Adela'ya seslendi, o da, bacaklarının bütün gücüyle bir koşu kopardı. Beyefendi, "Ne yapalım, birkaç
saatliğine katlanacağız artık," diyordu "Nasıl olsa yakında sana... Düşüncelerinle,konuşmalarınla, bütün zamanınla tüm varlığına, ölünceye kadar el koyacağım."
Adela arabaya binince, aracılığımdan ötürü gönül borcunu ödemek için beni öpmeye başladı. Mr. Rochester onu hemen alıp öbür köşeye oturttu. Bu kez çocukçağız onun arkasından başını uzatıp bana bakmaya başladı. O köşede oturmanın onca hiçbir tadı yoktu;çünkü Mr. Rochester'la, hele şu halinde, konuşup fısıldaşamaz, soru falan soramazdı.
"Bırakın, benim yanıma gelsin çocuk," dedim "Sizi belki rahatsız eder. Benim yanımda çok yer var."
Mr. Rochester çocuğu, bir köpek yavrusu gibi kaldırıp benim yanıma verdi. "Bak görürsün, yatılı okula göndermezsem!" dedi, ama şimdi gülümsüyordu.
Adela duydu, okula sans modemoiselle72 mi gideceğini sordu.
Vasisi, "Evet," dedi. "Elbet sans modemoiselle! Çünkü ben senin matmazelini alıp aya götüreceğim, oradaki yanardağların arasında bembeyaz vadilerin birinde bir mağara bulacağım. Matmazel orada benimle oturacak. Benden başka kimsenin yüzünü görmeyecek."
Adela, "Ama matmazel orada yiyecek bulamaz," diye görüşünü belirtti. "Açlıktan öldürürsünüz sonra onu."
"Ona sabah akşam cennet meyvesi toplarım ben. Ayın yamaçlarıyla ovaları cennet meyvesiyle kaplıdır, Adela."
"Ama matmazel üşür orada. Nasıl ısınacak?"
"Ayın dağlarından hep ateş fışkırır, kızcağızım. Matmazel üşüyünce ben onu kucağımda tepeye çıkarır, yanardağ ağızlarından birinin başına koyarım."
"Oh, qu'elle y sera mal... Peu confortable!73 Peki, ya giysileri? Sırtındaki eskiyince yenilerini
nerden bulacak? Mr. Rochester şaşırmış gibi yaptı. Sonra, "Ehem!" diye hafifçe öksürdü. "Sen olsan ne
yapardın, Adela? İşlet kafanı biraz. Şöyle pembe beyazlı bir bulut alıp giydirsen nasıl olur dersin? Sonra, gökkuşağının ucundan keserek güzel bir atkı yapabiliriz."
Adela bir süre düşündükten sonra, "Bu hali daha iyi," sonucuna vardı. "Zaten ayda salt sizinle baş başa oturmaktan bıkar o. Ben matmazelin yerinde olsam, sizinle gitmeye razı
olmazdım.
"O razı oldu: Söz verdi bile."
"Ama siz onu aya çıkaramazsınız ki! Ayın yolu yok. Hep hava. Ne siz, ne de matmazel uçacak değilsiniz ya!"
"Adela, şu tarlaya baksana!" Şimdi Thornfield'in bahçe kapısını geride bırakmış, Millcote'a giden düzgün yolda hafifçe kaymaktaydık. Geceki kasırga tozları bastırmış, yolun
iki yanındaki alçak çalılarla yüce ağaçlar yağmurda yıkanmış olmanın verdiği taze bir yeşille pırıl pırıldı. "Adela, işte ben bundan iki hafta kadar önce bir akşamüzeri şu tarladan geçerken -hani o gün seninle harman savurmuştuk, işte o günün akşamı- orak biçmekten
yorgun düştüğüm için bir çitin üzerine oturdum. Cebimden küçük bir defterle bir kalem çıkardım. Çok eskiden başıma gelen bir felakete, artık bunu unutup mutlu olmak istediğime ilişkin bir şeyler yazmaya başladım. Güneş batmıştı ama ben hâlâ harıl harıl yazıyordum ki
şu yoldan bir şey geldi, benim biraz ötemde durdu. Baktım: Yüzünü bürümcükten bir peçeyle örtmüş, minnacık bir şeydi. Yanıma gelmesi için elimle işaret ettim. Geldi, dizimin
dibinde durdu. Hiçbir şey demedim, o da bana bir şey demedi; yalnız, ben onun gözlerini
okudum, o da benimkileri. Böylece, sözsüz konuştuk. Bu şey, periler ülkesinden gelme bir
küçük periymiş. Bu dünyaya beni mutlu kılmak için gelmiş. Ama onunla birlikte gene bu
dünyadan uzaklaşıp ıssız, uzak bir yerlere gidecekmişiz... Örneğin ay gibi. Peri kızı, başıyla, o
sırada Hay tepesinden yükselmekte olan ayı gösterdi. Orada oturacağımız gümüşi vadi ile
fildişi mağaradan söz etti bana. Ben de dedim ki 'Seve seve giderim,' dedim. Yalnız, tıpkı
senin gibi ben de ona uçacak kanadım olmadığını belirttim. Bunun üzerine peri kızı bana,
'Hiç önemi yok bunun,' dedi, her türlü güçlüğü ortadan kaldıracak bir tılsım verdi bana.
Güzel bir altın yüzüktü bu. Peri kızı: 'Bunu sol elinin yüzükparmağına takarsan ben senin olurum, sen de benim olursun. Birlikte dünyadan uzaklaşır, oraya yerleşiriz,' dedi. Gene başıyla ayı gösterdi. İşte, Adela, o tılsım şimdi altın bir para biçiminde benim cebimde duruyor. Onu yeni baştan yüzüğe dönüştüreceğim."
"Ama bizim matmazelin ne ilişkisi var bununla? Peri kızı vız gelir bana... Siz hani matmazeli götürüyordunuz Ay'a?"
Mr. Rochester sır söyler gibi bir fısıltıyla, "Peri kızı matmazelmiş," dedi.
Ben de Adela'ya onun bu şakalarına kulak asmamasını söyledim. Zaten küçük kız tam bir Fransız gerçekçiliğiyle vasisinin un vrai menteur74 olduğunu söyledi; onun contes de fée'sine75 hiç inanmadığını bildirdi, du reste, il n'y avait pas de fées, et quand même il y en avait,76
ileri sürdü; perilerin Mr. Rochester'a asla görünmeyeceğinden, ona yüzükler verip
Ay'da oturmaya çağırmayacaklarından emindi... Millcote'ta geçirdiğimiz saat benim için çok
sıkıntılı oldu. Mr. Rochester beni zorla bir kumaşçı dükkânına sokarak altı tane ipekli
seçmemi buyurdu. Hiç bana göre bir iş değildi bu... Gelmiyordu içimden. "Başka zamana bırakalım," diye yalvardım ama yok... İlle şimdi yapılacakmış! Neyse, ateşli fısıltılarla yalvarıp yakararak, altı parça kumaşı ikiye indirebildim! Ama efendim bunları kendi seçeceğine yemin etti. Onun gözlerini renk renk toplar üzerinde dolaştırmasını kaygıyla izledim.
Sonunda çok parlak bir leylak rengiyle şahane bir pembe ipeklide karar kıldı. Ben yeniden fısıldaşmaya başlayarak bunları almakla dore bir tuvalet, gümüş lame bir şapka almanın bir
kapıya çıkacağını; çünkü bu kumaşları taş çatlasa sırtıma giymeyeceğimi bildirdim. Deveye
hendek atlatır gibi bir güçlükle (çünkü efendim keçi gibi inatçıydı), onu kandırarak, seçtiği
kumaşları kuzgun siyahı bir saten, bir de sedef rengi bir ipekliyle değiştokuş ettirdim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jane Eyre
RomanceJane Eyre,Charlotte Brontë © 2007,Can Sanat Yayınları Ltd.Şti. Tüm hakları saklıdır.Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yaz ılı izni olmaksız ın hiçbir yolla çoğaltılamaz . 1.basım:2007 4.basım:Eylül 2013,İstanbul E-kitap 1.sürü...