Tam bu sırada Hannah oturma odasının kapısını hızla açarak, “Geliyorlar! Geliyorlar!”
diye bağırdı. Koca Carlo da sevinçle havlamaya başlamıştı. Dışarı koştum. Karanlık basmıştı artık. Tekerlek seslerini duydum. Hannah da bir fener yakıp yetişti. Araba çit kapısında durmuştu. Arabacı kapıyı açtı. Aşağıya önce bir tanıdık karaltı indi... Sonra bir ikincisi. Bir an sonra onların boynuna atılmış bulunuyordum. Yüzüm önce Mary’nin yumuşak yanağına değdi, sonra Diana’nın uzun buklelerine. Kahkahalar arasında kızlar önce beni, sonra Hannah’yı öptüler. Sevinçten yarı delirmiş durumda olan Carlo’yu okşadılar, heyecanla, “Ne var, ne yok?” diye sordular. “İyilik, sağlık,” karşılığını alınca da çarçabuk içeri daldılar.
Uzun, sarsıntılı araba yolculuğundan her yanları tutulmuş, gece ayazından da buz kesmişlerdi. Şöminedeki keyifli ateşin karşısında kendilerine geldiler. Arabacıyla Hannah bavulları, sandıkları içeri taşıyadursunlar, kızlar St. John’u sordular. O da bu sırada içeri girdi. Onun da boynuna sarıldılar. St. John onları yavaşça öptü, alçak sesle, “Hoş geldiniz,” dedi, sonra gene çalışma masasının başına geçti. Onların yukarıya çıkabilmeleri için şamdanlarını yakmıştım, ama Diana önce arabacının ağırlanması için talimat verdi. Sonra iki kız kardeş benim arkamdan yukarı çıktılar. Odalarındaki değişiklikler, yenilikler –halılar, zengin renkli çini vazolar, aynalar– pek hoşlarına gitti, sevinçlerini açıkça belirttiler. Yaptıklarımın tam da onların zevkine göre olduğunu, yuvaya dönüş sevinçlerine yepyeni bir çeşni kattığını anlayınca sevindim. Öyle tatlıydı ki o gece! Kızlar, iyice coşmuş, gülüp söyleyerek St. John’un sessizliğini kapatıyorlardı. Genç adam onları gördüğüne gerçekten sevinmişti, ama onların bu derece coşup sevinmelerini anlayamıyordu. Günün olayı, yani kız kardeşlerinin dönüşü onu da sevindirmişti, ancak, bu olayın yarattığı heyecan, koparılan curcunalar, keyifli gevezelikler
sinirine dokunuyordu. “Yarın olsa da durulsak!” diye düşündüğü belliydi.
Bu sırada Hannah içeri girdi. Bu dar zamanda kapıya yoksul bir ailenin çocuğunun geldiğini söyledi. Çocuk, ölüm döşeğindeki annesini görmesi için, Mr. Rivers’ı almaya gelmiş.
“Neredeymiş bu kadın, Hannah?”
“Ta Whitcross sırtında, Küçükbey. Yaklaşık altı kilometre vardır. Yolu izi de yok. Hep bozkır, hep kayalık.”
“Söyle çocuğa, geliyorum.”
“Ah, küçükbeyciğim, gitmesen daha iyi olacak gibi gelir bana. Karanlıktan sonra gidilmez o yol. Bataklara geldin mi bastığın yeri göremezsin. Öyle de acı bir ayaz var ki bu gece... Rüzgâr bıçak gibi kesiyor mübarek! İyisi mi, ‘Sabaha gelirim’ de, küçükbey.”
St. John dışarı çıkmış, pelerinini giymişti bile! Hiç sızlanmadan, hiç yakınmadan yola çıktı. Saat bu sırada dokuzdu. St. John ancak gece yarısı döndü. Aç, bitkin durumdaydı ama gittiği zamankinden daha mutlu görünüyordu. Bir görevi yerine getirmişti çünkü... Çaba harcamış, kendi zevkini feda edip başkasına iyilik etme gücünü denemişti. Bundan dolayı da kendi kendinden daha hoşnuttu. Korkarım ki ondan sonraki bütün hafta genç papazın sabrını tüketti. Noel haftasıydı. Diana, Mary, ben kendimizi tek bir işe vermedik, neşeli, evcimen bir sefahat âlemine daldık sanki! Kır havası, kendi evlerinde olmanın özgürlüğü, zengin olmanın bilinci iki hala kızımın üzerinde bir iksir etkisi bırakmıştı. Sabahtan akşama akşamdan geceye, neşe
içindeydiler. Konuşmak zaten sevdikleri bir şeydi. Pek nükteli, değişik, az, öz konuştukları
için de onları dinlemek bana öyle tatlı geliyordu ki, bu zevki ve ara sıra onlara katılmayı başka her şeye yeğ tutuyordum. St. John bizim neşemize sesini çıkarmıyordu, ama fırsat buldukça kaçıyordu bundan.
Evde durduğu pek azdı. Zaten papazlığını yaptığı köy geniş, ahalisi dağınıktı. Hemen her gün çeşitli bölgelerdeki yoksulları, hastaları görmeye giderek vakit geçiriyordu. Bir sabah kahvaltı masasında Diana, bir süre dalgın düşündükten sonra, ağabeysine tasarılarını değiştirip değiştirmediğini sordu. St. John, “Değiştirmedim, değiştirmeyeceğim de!” dedi. Sonra yeni yılda İngiltere’den ayrılmasının artık kesinleştiğini bildirdi. Mary, “Ya Rosamond Oliver?” diye sordu. Bu sözler ağzından kaçmıştı besbelli; çünkü söyler söylemez pişmanlık belirten bir hareket yaptı. St. John’un elinde bir kitap vardı; yemek sırasında okumak gibi soğuk, çevresindekileri iten bir huy edinmişti. Şimdi kitabını bıraktı, başını kaldırıp Mary’ye baktı. “Rosamond Oliver yakında evleniyormuş,” dedi. “S.nin en saygın, en değerli kişilerinden olan Mr. Granby’yle... Mr. Granby, Sir Frederic Granby’nin torunu, tek mirasçısıymış. Haberi dün Rosamond’un babasından aldım.”
Diana ile Mary bir aralarında bakıştılar, bir bana baktılar. Sonra üçümüz birden St. John’a baktık: Genç adam tepeden tırnağa soğukkanlıydı.
Diana, “Söz pek birdenbire kesilmiş olsa gerek,” diye fikir yürüttü. “Birbirlerini tanıyalı
pek fazla olmasa gerek.”
“Topu topu iki ay oluyormuş. Ekimde S.deki bir baloda tanışmışlar. Ama iki gencin birleşmesi için ortada hiçbir engel yoksa bu evlilik her bakımdan uygunsa (ki bu öyle) uzun zaman beklemek gereksizdir. Sir Frederic, kentteki konağı onlara verecekmiş. Bunun hazırlığı biter bitmez de düğün yapılacakmış.”
Bu konuşmadan sonra St. John’la ilk olarak yalnız kaldığımızda, içimden ona bu duruma üzülüp üzülmediğini sormak geldi; ama hiç de avutulmayı ister gibi bir hali yoktu. Zaten onunla teklifsiz konuşmak alışkanlığını da yitirmiştim. Gene kabuğuna çekilmişti, bu kabuğun buz gibi sertliği karşısında benim dilim tutuluyordu. Sonra, beni kız kardeşleriyle bir tutmak için verdiği sözde de durmamıştı. Onlarla benim aramda durmadan ufak tefek ayırımlar gözetiyordu ki bunlar benim kanımı donduruyor, aramızda bir yakınlık yaratmak bakımından hiç de işe yaramıyordu. Kısacası, şimdi artık onun resmen akrabası olmuş, çatısının altında yaşıyordum ya, salt bir köy öğretmeni olduğum günlerden daha büyük bir
uzaklık vardı aramızda. Onun bir zamanlar bana ne dereceye kadar açıldığını düşündükçe şu sıradaki soğukluğunu anlamakta güçlük çekiyordum doğrusu.
Bu yüzden, o gün birden başını kitabından kaldırıp bana bakarak, “Görüyorsun ya, Jane, savaş yapıldı, zafer kazanıldı!” dediği zaman az şaşırmadım. Bana gene böyle içten seslendiği için irkilmiştim, karşılık veremedim bir an. Şöyle bir duraladıktan sonra sordum:
“Ama, zaferleri çok pahalıya mal olan fatihler durumunda olmadığına emin misin? Böyle bir ikinci savaş, sonra kazanılacak zafer seni içinden yıkar sanırım.”
“Ben sanmam,” dedi. “Yalnız öyle olsa da ne çıkar? Artık bu tür bir savaş daha yapmama hiçbir zaman fırsat çıkmayacak. Bu olay bana kararımı tam olarak verdirtti: Yolum artık açık, ben de bundan dolayı Tanrı’ya şükrediyorum!”
Başını gene kitabına eğdi! Sessizliğe gömüldük. Diana’nın, Mary’nin, benim mutluluğumuzun o ilk coşkunluğu durulmaya başlayınca
eski alışkanlıklarımıza, düzenli çalışmalarımıza dönmeye başladık. St. John da evde daha çok
kalmaya başladı. Mary resim çizer, Diana beni dehşete yakın bir şaşkınlık ve hayranlık içinde bırakan ansiklopedik çalışmalarını sürdürür, ben de Almancamı ilerletmek için çabalarken St. John bir Doğu dili öğrenmeye çalışıyordu. Tasarladıklarını gerçekleştirebilmesi için bu dili bilmeyi zorunlu görüyormuş. Köşesinde böyle sessiz sedasız oturmuşken, kendini çalışmalarına iyice vermiş gibi görünürdü, ama o mavi gözlerinin, önündeki acayip sözlükten ayrılarak bizlerden yana kaymak, hatta arada saplanmak gibi bir huyu vardı. Bu gözler tuhaf, derin, dikkatli bir bakışla saplanırdı üzerimize. Bizim bakışlarımızla karşılaşır karşılaşmaz hemen çekilirdi, ama biraz sonra, gene aynı keskin dikkatle bizim masamıza dönerdi. Bunun ne anlama geldiğini merak ediyordum. Benim pek önemsemediğim bir şeye, yani haftada bir köy okuluna gidişime karşı onun gösterdiği ilgi, hoşnutluk da garibime gidiyordu. Hava bozuk olduğu zamanlar –kar, yağmur yağıyorsa ya da çok fırtına varsa– Diana ile Mary bana, “Gitme,” diye diretirlerken St. John hep onların kaygılarını alaya alıyor, havaya bakmadan görevimi yapmaya beni itiyordu:
“Jane, sizin sandığınız kadar çıtkırıldım değil!” diyordu. “Dağ rüzgârlarına, sağanaklara,
birkaç kar tanesine hepimiz kadar dayanabilir. Yapısı hem sağlam, hem de esnek. Böyleleri iklim değişikliklerine, daha gürbüz yapılılardan bile iyi dayanabilirler.”
Çoğu zaman bir hayli yorgun, bazen de ıslanmış, üşümüş olarak eve döndüğüm vakitler dilim varıp da yakınamıyordum; çünkü dırdır edersem onun canını sıkacağımı biliyordum. O her konuda cesaretten, dayanıklılıktan hoşlanıyor, bunun tersi pek sinirine dokunuyordu. Yalnız, okula gideceğim günlerin birinde evde kalabilmem için izin çıktı; çünkü o sırada gerçekten soğuk almıştım. Benim yerime Diana ile Mary gittiler okula. Ben büyük odada oturmuş, Schiller okuyordum; St. John da o kargacık burgacık Doğu dili yazılarını sökmeye çalışıyordu. Oyalanmak için Almancadan kısa bir çeviri yaptığım sıra gözlerim ondan yana kayınca gene o keskin mavi gözlerin üzerime dikildiğini gördüm. Bu gözler ne zamandır böyle dikkatle beni süzmekteydi bilemem; yalnız, bakışları, bütün keskinliğine karşın, o derece buz gibi soğuktu ki bir an yersiz bir korkuya kapılmaktan kendimi alamadım...
Doğaüstü, doğadışı bir varlıkla karşı karşıyaymışım gibi geldi bana.
“Jane, ne yapıyorsun?”
“Almanca çalışıyorum.”
“Almancadan vazgeçip Hintçe öğrenmeni istiyorum.”
“Ciddi söylemiyorsun ya bunu?”
“O kadar ciddi söylüyorum ki mutlaka dediğimi yaptıracağım sana. Nedenini de söyleyeyim.”
O sırada kendisinin de Hintçe öğrenmeye çalıştığını ama ilerledikçe, önceden öğrendiklerini unuttuğunu anlattı. Bir öğrencisi olur da derslerin üzerinden onunla birlikte döne döne geçebilirse çok yararı olacak, öğrendikleri aklına daha iyi yerleşebilecekmiş. Bir süre öğrenciliğe kız kardeşlerinden birini mi, yoksa beni mi seçeceğini bilememiş, sonunda bende karar kılmış; çünkü en sebatlımızın ben olduğunu anlamış. Ona bu yardımı yapar mıymışım? Zaten bu özverim pek de uzun sürmeyecekmiş; çünkü onun İngiltere’den ayrılmasına şunun şurasında üç ay bir şey kalmış. St. John kolay kolay “hayır” denilecek adamlardan değildi. Onun üzerinde bıraktığınız her izin, ister iyi olsun, ister kötü, çok derine gittiğini, bir daha hiç silinmeyeceğini sezinliyordunuz. Ben de, “Peki,” dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jane Eyre
Любовные романыJane Eyre,Charlotte Brontë © 2007,Can Sanat Yayınları Ltd.Şti. Tüm hakları saklıdır.Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yaz ılı izni olmaksız ın hiçbir yolla çoğaltılamaz . 1.basım:2007 4.basım:Eylül 2013,İstanbul E-kitap 1.sürü...