Şahane bir yaz ortası İngiltere'yi nura boğmuştu. Uzun bir süre boyunca peş peşe gelengüzel günlerin gökleri öyle saf, güneşleri öylesine parlaktı ki bizim denizlerle çevriliülkemizde bu tür günlerin teker teker göründüğü bile azdır! Sanki günlerden beri,
kafilelerle İtalyan günleri gelmiş de parlak tüylü göçmen kuşlar gibi Albion69tepelerinekonmuşlardı. Harmanlar kalkmış; Thornfield Malikânesi çevresindeki tarlalar yolunmuş;yollar sıcaktan çatlamış, bembeyaz; ağaçlar en olgun yeşilliklerine bürünmüş. Çitlerin,
koruların bol yapraklı, koygun yeşilleri, aradaki çıplak tarlaların güneş rengiyle güzel bir çelişki yaratıyordu.Yaz gecesi. Ta öğleden beri Hay yolunda yaban çileği toplamaktan yorgun düşen Adela
güneşle bir yatmıştı. Onun uykuya dalışını seyrettim, sonra yanından ayrıldım, bahçeyeindim.
Günün en tatlı saatindeydik: "Gündüzün hummalı ateşi geçmiş", soluğu kesilen ovalarla,kavrulmuş tepelere çiy taneleri serin serin dökülmeye başlamıştı. Günbatısında bulutlarındebdebesi yoktu. Güneş tepelerin ardında doğrudan doğruya batmıştı. Şimdi battığı yerde
yakut kızılıyla, alev renkleriyle menevişlenen ağır bir mor, gitgide yumuşayarak, gökyüzünün
hemen hemen yarısına yayılmaktaydı. Gündoğusunun da, duru, koyu, derin maviler içindekendince bir güzelliği ve tek bir yıldız biçiminde bir de pırlantası vardı. Yakında ayın
doğuşuyla da övünebilecekti, ama ay henüz ufkun ardındaydı.
Bir süre taşlarla kaplı yolda gezindim. Çok iyi tanıdığım, hafif bir koku: Bir sarma sigarakokusu kim bilir hangi pencereden taşarak, burnuma geldi. Kitaplık penceresinin biraz
aralık durduğunu gördüm, bakan olursa beni görebileceğini bildiğim için meyve bahçesinegeçtim. Thornfield topraklarında bundan daha kuytu, Cennet Bağı'na bundan daha çokbenzer bir köşe bulamazdınız: Bir yanda yüksek bir duvar, meyve bahçesini konağın
avlusundan ayırıyor, öbür yanda iki sıra kayın ağacı çimlikle arasına perde gibi giriyordu.Karşı köşede bir parmaklık bu bahçeyi ıssız tarlalardan ayıran tek siperdi. Yanları taflanlı,kıvrım kıvrım bir yol bu parmaklığın tam önünde yükselen dev bir atkestanesinin çevresini
dolanarak parmaklıkta son buluyordu. Ağacın çevresinde yuvarlak bir tahta sıra vardı. Bu
dar yolda, insan kimsenin gözüne görünmeden gezinebilirdi. Bal gibi tatlı çiy taneleri düşer,derin bir sessizlik her yanı sarar, alacakaranlık da gitgide koyulaşırken, bu gölgeli köşedesonsuzluğa dek oyalanabileceğimi hissediyordum. Sonra, doğan ayın ışığını görerek, birazdaha yukarıdaki açıklığa doğru ilerlerken birden, olduğum yerde duraladım. Bir şey görmüş
ya da duymuş olduğum için değil; gene bir koku bana bir başkasının varlığını habervermişti. Yabangülü, karapelin, yasemin, karanfil, gül ve akşam ayini için çoktan
buhurdanlarını tüttürmeye başlamışlardı. Gelgelelim bu yeni koku ne çiçek kokusuydu, ne
funda; çok iyi bildiğim bu koku, efendimin sarma sigarasıydı.
Çevreme bakınıp kulak kabartıyorum: Meyve yüklü ağaçları görüyorum, yarımkilometre kadar uzaktaki bir koruda çileyen bir bülbülün dem çekişini duyuyorum.
Görünürlerde ne bir karaltı var, ne de kulağıma bir ayak sesi geliyor. Yalnız, tütün kokusu gittikçe yoğunlaşmakta. Kaçmam gerek. Fidanlığa açılan çit kapısına doğru gidiyorum, Mr.
Rochester'ın oradan içeri girdiğini görüyorum. Sarmaşıklı kemerin altına sokuluyor. Burada nasıl olsa fazla kalmaz, geldiği yere döner; ben de hiç sesimi çıkarmadan şuracıkta beklesem,
benim varlığımdan haberi bile olmaz. Hayır... Akşam saati, bu eski bahçe, benim kadar onunda hoşuna gitmiş olsa gerek ki gezintisini uzatıyor. Şimdi bir dal tutup üzerindeki meyvelerigözden geçiriyor, derken olgun bir kiraz tanesi koparıyor, ara sıra da çiçek öbeklerine doğru
eğilerek kokularını içine sindiriyor ya da yaprakların üzerindeki çiyden incileri hayranhayran seyrediyor. Kocaman bir pervane vızıldayarak yanımdan geçiyor, Mr. Rochester'ın
ayağı dibindeki bir bitkinin üzerine konuyor. Efendim bunu görüyor, yakından bakmak içineğiliyor. "Hah!.. İşte bana arkası döndü; pervaneyle de meşgul... Çok usul yürürsem belkigizlice kaçabilirim," diye düşünüyorum...
Çakıltaşların şıkırtısı beni ele vermesin, diye kıyıdaki otların üzerine basarak yürüdüm.
Mr. Rochester benden birkaç metre ötede, çiçek tarhlarının arasında duruyordu, pervaneyeiyice dalmış bir hali vardı. "İyi, kaçabileceğim," diye düşünerek ilerledim. Tam onun, dahaiyice yükselmemiş olan ay ışığında uzayan gölgesinin üzerinden geçiyordum ki, başını
çevirmeden yavaşça "Jane, gel bak şu herife,'" dedi. Çıt çıkarmamıştım, onun da arkasındagözü yoktu ya! Yoksa, gölgesinin mi duygu yeteneği vardı da ayağımı basınca hissetmişti? Enikonu irkildim, sonra onun yanına doğru yaklaştım. "Kanatlarına bak şunun," dedi. "BanaAntil Adaları'ndaki böcekleri anımsatıyor. İngiltere'de bu kadar büyük, renkli geceböceklerine az rastlanır. A! Uçtu!" Pervane uzaklaşmıştı. Ben de bön bön dönüp yürüdüm.
Mr. Rochester peşimden geldi, çite vardığımız zaman, "Geri dön, Jane," dedi. "Böyle güzel bir geceyi evin içinde geçirmek günahtır! Hele böyle güneşin batmasıyla ayın doğması
kucaklaşırken hiç kimse gidip yatmak istemez, öyle değil mi?"
Benim kusurlarımdan biridir: Kimi zaman pek hazırcevap olan dilim kimi zaman dabahane bulmakta güçlük çeker. Bu da hep ivedi durumlarda, kıvrak bir sözle, akla yakın birözürle sıkıcı, üzücü köşelerden kurtulmak istediğim zamanlara rastlar. Şimdi de, bu akşamsaatinde, gölgeli meyve bahçesinde Mr. Rochester'la baş başa gezinmek istemiyordum, ama
oradan gitmek için uygun bir özür de bulamıyordum ki! Sürüklenen adımlarla peşindenyürürken kafam hep, yakamı kurtarabilmek için yollar aramaktaydı. Ne var ki, Mr. Rochesteröyle sakin, ciddiydi ki bu derece sıkıldığım için kendi kendimden utanmaya başladım.
Ortada bir sakınca varsa benim hayalimin ürünü olsa gerekti; çünkü o hiçbir şeydenhabersiz, rahattı.
Yeniden o taflanlı dar yola sapıp da atkestanesine doğru ağır ağır yürümeye başladığımız
zaman, "Jane, yazın Thornfield pek güzel bir yer oluyor, değil mi?" diye sordu.
"Öyle, efendim."
"Bir dereceye kadar bağlanmışsındır artık buraya. Doğal güzelliklere meraklı olduğun
kadar sevdiğin şeylere bağlanmak özelliği de var sende."
"Evet, bağlandım, efendim."
"Benim aklım almıyor, ama sen o Adela olacak boş kafalı çocukla, Mrs. Fairfax denilenkendi halinde hatun kişiye de bağlandın, öyle değil mi?"
"Doğru, efendim. İkisini de seviyorum kendimce."
"Üzülür müsün onlardan ayrılırsan?"
"Elbette!"
"Yazık!" diyerek içini çekti. Az sonra, "Bu dünyanın işleri böyledir zaten," dedi. "Tamkendine şöyle rahat, sefalı bir köşe bulduğun sırada bir ses yükselir, dinlenme saatinin sona erdiğini bildirerek kalkıp başka yere gitmeni buyurur."
"Yani benim de kalkıp başka bir yere gitmem mi gerekiyor, efendim?" diye sordum.
"Thornfield'den ayrılacak mıyım?"
"Yazık ki ayrılacaksın, Jane. Ben de üzülüyorum, Janet, ama bu ayrılık kaçınılmaz gibigeliyor bana."
Bir darbeydi bu; gene de beni yere yıkmasına fırsat vermedim. "Ne yapalım, efendim,kalkıp gitmek için buyruk çıktığı zaman giderim ben de!" dedim.
"Buyruk çıktı artık, Janet. Bu gece bildirmek zorundayım."
"Demek gerçekten evleniyorsunuz ha?"
"Tam da üstüne bastın! Her zamanki keskin sezişinle tam isabet ettin hedefe."
"Yakın mı, efendim?"
"Çok yakın, benim... Yani Jane Eyre... Sana bir şey anımsatmak istiyorum: Hani bir süreönce benim şu kaşarlanmış bekâr boynuma evliliğin kutsal boyunduruğunu geçireceğime
ilişkin bir söylenti çıkmıştı ya -yoksa ben mi dokundurmuştum- Blanche Ingram'ı bağrımabasacağıma ilişkin? (Hani Blanche Ingram da tam bağra basılacak parça ya! İnsanın hemgözünü, hem kolunu koltuğunu dolduracak cinsten ama fazla mal göz çıkarmaz!) Her neyse,dediğim gibi... İyi dinle beni, Jane! Neden çeviriyorsun öyle başını... Gene pervane aramakiçin mi? Sana şunu anımsatmak isterim ki, Blanche Ingram'la evlendiğim zaman seni de,
Adela'yı de çarçabuk başka yere göndermem gerektiğini ortaya ilk atan sen olmuştun. Tambenim evimdeki gösterişsiz mevkiinden umulacak bir sözdü o! Senin o hayran olduğum ilerigörüşünün, sağduyunun, alçakgönüllülüğünün bir belirtisi! Aslında bu söz benim sevgiliminkarakterine sürülen bir lekedir, ama bunun üzerinde durmuyorum; sen buralardan
uzaklaştığın zaman da unutmaya çalışacağım, Janet; yalnızca öğüdünün ne kadar yerindeolduğunu anımsayacağım. Zaten öğüdünü bu kadar yerinde bulduğum içindir ki kendimeyasa olarak benimsedim: Adela yatılı okula gitmeli, sen de, Sayın Miss Jane Eyre, kendine
yeni bir iş aramalısın."
"Elbet, efendim. Hemen bir ilan veririm. Bu arada da..." Niyetim, "Yeni bir sığınak bulup
gidinceye kadar burada kalabilirim," demekti, ama uzun bir cümle söylemeyi gözealamayarak sustum; çünkü sesime pek güvenemiyordum.
"Bir aya varmadan dünya evine gireceğimi umuyorum," dedi. "Bu arada da seni kendielimle yeni bir işe, yeni bir yere yerleştireceğim."
"Eksik olmayın, efendim. Size çok zahmet..."
"Yo, özür dilemeye gerek yok! Bence bir işçi görevini senin kadar iyi başarırsa, işvereninufak tefek yardımlarına hak kazanmış, olur; hatta, bu arada, gelecekteki eşimin annesiyoluyla senin için yeni bir yer aradım, sana uygun olacağını sandığım bir aile buldum.
İrlanda'nın Connaught kentinde, Bitternutt Lodge malikânesinin sahibesi Mrs. DionysiusO'Gall, beş kızının öğrenimini üzerine alacak birini arıyormuş. İrlanda'yı seveceğinisanıyorum. Dediklerine göre öyle sıcak kanlıymış ki oradaki ahali!"
"O kadar uzak ki, efendim!"
"Varsın uzak olsun... Senin gibi aklı başında bir kız yolculuktan da, yolun uzaklığındanda yılmaz!"
"Yolculuk değil de yolun uzaklığı yıldırıyor beni. Sonra, deniz de ayıracak beni..."
"Neden ayıracak seni?"
"İngiltere'den, Thornfield'den, sonra..."
"Sonra?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jane Eyre
RomanceJane Eyre,Charlotte Brontë © 2007,Can Sanat Yayınları Ltd.Şti. Tüm hakları saklıdır.Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yaz ılı izni olmaksız ın hiçbir yolla çoğaltılamaz . 1.basım:2007 4.basım:Eylül 2013,İstanbul E-kitap 1.sürü...