4. Bölüm

10.6K 526 43
                                    

Merhaba, hayırlı bayramlar. Bu bölümü hikayemizin kapağını yapan Tunahikayeleri' ne ithaf ediyorum.

Keyifli okumalar!

Bölüm şarkısı ve Dilan medyada.

*** Nilüfer, Emre Aydın - Son Perde ***

Otogardan çıkana kadar Şirin'in eline o çirkin oyuncak köpeği tutuşturmuştu. Şirin elinden oyuncağı almadan önce bana yavru köpek bakışlarından birini atarak, oyuncağı kabul edip edemeyeceğini soran gözlerle baktı. Başımı usulca salladım. O bana öyle bakarken bunu nasıl kabul etmezdim ki? Şirin bu tepkim üzerine yüzüne yayılan koca bir gülümsemeyle köpeği kucağına çekti ve elimi bırakıp köpeğin başını okşadı. Ona tıpkı gerçek gibi köpek yavrusu gibi sevgiyle bakıyordu. "Biri bize bir şey verdiğinde ne diyorduk, bebeğim?" diye hatırlattım alnına düşen buklelerini okşayarak, oyuncağını hayranlıkla severken onun varlığını unutmuştu. Sorumun üzerine başını kaldırdı ve ona ışıl ışıl gözlerle bakarak, "Teşekküy edeyim." diye şakıdı sevimli, içimi ısıtan sesiyle. "Önemli değil, ufaklık." diye karşılık verdi kızıma, bunu gerçekten önemli olmadığını belli eden bir ses tonuyla söylemişti. Ufacık bir çocuğu çirkin bir oyuncak köpek ile mutlu etmeyi başarmışken bu kadar soğuk tepki vermesine gözlerimi devirdim. Şirin, oyuncak köpeği sımsıkı tutmuş gövdesi kadar büyüklükte olan köpekle önünü görmeden yürümeye çalışıyordu. Onu omuzundan tutarak yönlendirmeye çalıştım.

Otogardan çıktığımızda otoparktaki siyah BMW'lerin arasında sırıtan beyaz Aston Martin'e doğru ilerledik. Arabaya yaklaştıkça içinde, sürücü koltuğunun yanında oturan kadını gördüm. Gördüğüm manzarayla yürümeye kesip arabadaki kadına bakakaldım. Camlar filmle kaplı olduğu için kadının sadece yandan siluetini görebiliyordum. Kadın karısı mıydı? Evlenmiş miydi veya nişanlı mıydı, sevgilisi olabilir miydi? Öyleyse neden bize yardım ediyordu ki? Kadını ne diye buraya getirmişti? Aklımda bir anda onlarca soru işareti oluşmaya başladı. Yüreğim binlerce ton ağırlığında betonların arasında sıkışmış gibi hissettim. Nefes alamadım. Onun başka bir masalın prensi olduğunu tahmin etmiştim ama şimdi onları böyle kanlı canlı görmek beni tarifsiz duygular eşiğine sürükledi. Neden kendimi alıştırdığım şekilde yaşamaya devam edemiyordum? Onu unutmamış mıydım, bana hislerini, yaşattıklarını kalbimden silip atmamış mıydım? Şimdi bir anda o bastırdığım duyguların hepsi kalbime bir ok misali saplanırken yaşattığı acıdan nefes alamıyordum. Şirin ve Doğuhan arabaya ulaştıklarında onlara geriden baktım. Ayaklarım o arabaya gitmiyordu. Bir an önce buradan uzaklaşmamız gerekiyordu. Arabanın kapısını açtığında Şirin arabaya binmeden önce hızlı adımlarla yanlarına ulaştım ve kızımı kolundan tutup arabadan uzaklaştırdım.

"Neden bize yardım ediyorsun ki?" diye sordum. Şirin'in arabaya binmesine engel olarak bir anda onu kendime çektim ve bedenini bacağıma yasladım. Başımı kaldırdığımda bana ukala, sabırsız bir surat ifadesiyle bakıyordu. Rüzgar başımdaki siyah tülbenti gözümün önüne savururken ona meydan okuyan bir surat ifadesiyle bakmayı sürdürdüm. "Bin arabaya," dedi aralık kapıyı işaret ederek.

"Neden?" diye sordum gözümü kırpmadan gözlerinin içimi yakan maviliklerine bakarken, "Kaçmak istemiyor musun?" diye sorarken aslında bal gibi sorusunun cevabını biliyordu. Elbette ki, Safa hemen aramızdaki geçen konuşmayı ona yetiştirmişti. Safa'nın bu konuşmayı ağabeyine yetiştirmemesini beklemek, pembe fillerin varlığına inanmakla eş değerdi. Nasıl pembe filler yoksa, Safa'nın ağabeyinin karşısında çenesini tutma huyu yoktu.

"Seni ne ilgilendirir ki?" diye sordum. Bu sırada arabasının önündeki siyah BMW'den inen takım elbiseli bir adam arkasından bize doğru yaklaştı. Adam yanımıza kadar gelmedi aramızdaki mesafeyi koruyarak hafifçe öksürdü. Doğuhan onu görmeden eliyle arkasına doğru 'gel' işareti yaptığında adam bize biraz daha yaklaştı ve ona doğru eğilerek bir şeyler mırıldandı. Ona her söylediyse, burun delikleri genişledi ve öfkesi arttı. Arabanın kapısını tutan parmaklarının boğumları beyazladı. Sanki biraz daha zorlasa kapının o parçasını söküp alacak gibiydi. Adama gel işareti yaptığı gibi git işareti yaptığında bana döndü. "Bin arabaya Dilan, merak etme buradan uzaklaştığımızda sohbet etmeye bol bol vaktimiz olacak." dediğinde inatla ondan bir açıklama bekliyordum. Kaşlarımı kaldırdım ve olduğum yerden bir adım dahi atmayacağımı belli eden bir tavırla kollarımı göğsümde birleştirdim. Neden şimdi bana yardım ediyordu? Beş yıl önce neredeydi bu adam? Düğün günü neden gelmemişti, neden beni kaçırmamıştı? Kafamda cevabını beklediğin tonlarca soru vardı. Ben ona meydan okurken sakinleşmek için burun kemerini sıktı ve "Sen binmiyorsan, ben seni bindiririm o halde." dediğinde bana doğru yaklaştı. Bana doğru davranacağını düşündüm ama aksine Şirin'i kucağına alarak arabaya taşıdığında arkasından "Ne yapıyorsun sen!" diye bağırdım. Şirin'i arka koltuğa yerleştirdikten sonra bana doğru döndü.

Doğunun Aşık Kadını - Ruh-i Revanım -Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin