27. Bölüm

4.4K 343 42
                                    

Bölüme başlamadan önce birkaç bir şey söylemek istiyorum. Bu hafta hepimiz için çok zordu. Hep beraber mucizelere tanıklık ettik, İdil, Elif, Ayda... Onlara sevindik, sevinç gözyaşları döktük. Haberlerde izlediğim o anları unutamıyorum. Diğer yandan yarım kalan aşklar, dostluklar, aileler... Umarım sebep olan kim varsa cezasını çeker. (Deprem değil, bina öldürür. Kaçak ve denetimsiz yapı, kaçak kat, malzemeden çalma öldürür.) Başımız sağ olsun ve tekrardan çok geçmiş olsun.

Kısa ama kafanızdaki soru işaretlerini giderdiğim bir bölüm oldu.

Bir önceki bölüme de buna da sınır koymadım. Çünkü şu içinde bulunduğumuz durumda oy veya yorum derdine düşmem çok duygusuz bir yaklaşım olur. Herkes aynı psikolojide olmayabilir. Bundan sonraki bölüme de sınır koymayacağım. Canınız nasıl okumak istiyorsa öyle okuyabilirsiniz.

Keyifli Okumalar!

***

Kapıyı açtığımda karşımdaki adamı hem tanıyor hem de tanıyamıyordum. Soğuk hava içeri doğru sızarken onun alkol kokan soluğunu da içeri taşımıştı. Aldığım kokuyla suratımı buruşturdum. Doğuhan Bey nihayet gelebilmişti. Ayakta zar zor durabilecek kadar sarhoş ve perişan duruyordu. Onu içeri almakla almamak arasında kalmıştım. Kaşlarım çatıldı, ona kızgındım bunu anlamasını istiyordum.

"Neden bu haldesin?" diye sordum soğuk olduğunu düşündüğüm bir ses tonuyla.

"İçeri geleyim konuşalım." dedi kelimeler ağzında yuvarlanıyordu. Onu hiç böyle görmemiştim, iyi ki görmemiştim. "Seni bu şekilde içeri, çocukların yanına alamam." dedim, kapının önünden çekilmemeye kararlıydım. Bana bir açıklama borçluydu. Kapının kolunu tutan parmaklarım, kapı kolunu daha sıkı kavradı.

"Kapının önünde mi konuşacağız?" diye sordu, alay eder gibi konuşuyordu. En ufak hareketi sinirlerimi zıplatıyordu.

"Aptal gibi senin için endişelendim."

Ona değil, kendime kızıyordum. İki gün önce kollarında eriyip bittiğim adamla, bu karşımdaki adam aynı kişi olamazdı. Bu şekilde sadece kendine değil, bize de zarar veriyordu. "Git, kahvemi içiyorsan ne yapıyorsan onu yap öyle gel!" dedim öfkeli bir sesle, kapıyı kapatacağım sırada ayağını eşiğe koyup beni durdurdu.

Fısıldadı, "Özür dilerim."

Bir şey yap ve ardından özür dile, sihirli değnek gibi özür dilerim demek her sorunu çözüyor olsaydı. Bugün beni fena hayal kırıklığına uğratmıştı. Başımı ağır ağır sağa sola salladım. Kapıyı tekrar kapatacaktım ki kolumu tutup kapıyı ittirdi. Ona direnecek güce sahip değildim. Canımı yakmadan kendini aralıktan içeri sokmayı başardı. Şimdi aramızdaki mesafe yok denecek kadar azdı. Nefesinden gelen iğrenç alkol kokusunu aldığımda bir kez daha suratımı buruşturdum ve ellerimi göğsüne koyup onu ittirdim.

"İğrenç kokuyorsun! Mutfağa git!" dediğimde itiraz etmedi. Suçlu küçük bir çocuk gibi mutfağa yöneldiğinde arkasından mutfağa gitmeden önce birinin Doğuhan'ın o halini görüp görmediğini anlamak için salona baktım. Tombala oynuyorlardı. İçeride Jülide hariç herkes neşeli gözüküyordu. Onun neşesi kaçıran şey tam olarak Safa'nın yanında oturuyordu. Kenan karısını kollarının arasına almış ona yardım ediyordu, Berrak ve Safa yan yana oturmuş hem birbirlerine hem de etrafa kaçamak bakışlar atıyorlardı. Bu bana tuhaf gelmeyi sürdürüyordu. Jülide kızımın yanında onunla ilgileniyor ve onunla meşgul olarak üzgün gözükmemek için ekstra çaba harcıyordu. Bu çok belliydi. Kızım ise Yiğit'le hem didişiyor hem de oynuyordu. Yokluğum fark edilmemişti.

Mutfaktan içeri girdiğimde ona kahve yapmaya koyuldum. Mutfak tezgahının yanındaki bar sandalyesine çökmüştü. Yüzüne bakmıyordum. Hareketlerim öfkemi çıkartmak istercesine sert ve gürültülüydü. Oysa bu gece için ne planlarım vardı, düşündükçe gözlerim doluyordu. Onu özlemiştim, güzel zaman geçireceğimizi ve belki kızımla beraber üçümüzün zaman geçireceğini bu şekilde kızımın ona biraz daha alışacağını düşünmüştüm. Ah ne aptalım! Düşündükçe dişlerimi sıktım. Bol kahveli, az sulu acı bir kahve hazırladıktan sonra fincanı resmen önüne çarparak koydum. Kahvenin bir kısmı mermer tezgâha döküldü. O başını çevirip bana bakmadan hemen ondan birkaç adım uzaklaştım. Yüzü avuçlarının arasında kara kara düşünüyordu. Bir şey söylemek istiyordu ama susuyordu. Susması beni daha da korkutuyordu. Belki konuşsa, içini dökse ona bu kadar kızıyor olmazdım. Zaten benimle konuşmuş olsaydı alkole sığınmazdı.

Doğunun Aşık Kadını - Ruh-i Revanım -Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin