12. Bölüm

7.6K 457 30
                                    

Bölüm şarkısı medyada. 

Güzel yorumlarınız beni gaza getirdi. Daha uzun yazmayı düşünüyordum ama hazır yazmışken daha fazla bekletmeden atayım, dedim. Yorumlarınzı ve oylarınızı eksik etmezseniz sevinirim. 

Keyifli Okumalar! :)

*** Erdal Güney, Eylem Aktaş - Zor Yıllar***

Şirin bizi duymuştu.

Başımı çevirip onu doğru baktığımda uykulu gözleri dolu doluydu. Titrek dudaklarını araladı. "Ölecek misin, anne?" diye sordu. Oturduğum yerden kalktığımda koşar adım odaya kaçtı. Peşinden ayağa kalkıp koştum. Ben ona yetişemeden arkasından kapıyı kapattı. Ona bu durumu nasıl açıklayacağımı bilmiyordum. Yine her şeyi batırmıştım. Kapıyı aralamaya çalıştığımda ağladığını duydum.

Odanın kapısını aralarken Şirin arkasında olduğu için dikkatli davrandım. Onun canını yakmayacak şekilde ittirdiğimde bana karşı koyamadı. Yatağa koştuğunda kapıyı sonuna kadar açtım. Onu daha rahat görebilmek için ışığı açtım. Başını yastığına gömerek boğuk bir sesle ağlıyordu. Onun ağladığını duymak yüreğimi parçaladı. Yanına ulaştığımda onu kucağıma almak için omuzuna dokundum. Elimi ittirdi. Kızım ölüm kelimesini bilmiyordu, neden kendini bu kadar harap ettiğini anlayamamıştım. Kendime kızdım, neden o kadar sesimi yükseltmiştim ki. Sesimi kontrol edebilseydim, Şirin konuştuklarımızı duymayacaktı. Sözlerimi nasıl ve ne şekilde anladığını bilemediğim için çaresizdim. "Anneciğim, bebeğim benim bak bana..." dedim yalvarır şekilde, bana baksa benimle konuşsa onu sakinleştirecektim. Omuz silkti, bedenini salladı. "Ama anneciğim neden böyle yapıyorsun, bak böyle beni çok üzüyorsun." dedim titreyen sesimle, o bir kahroluyorsa ben bin kahroluyordum onun ağlamasıydı. Üzülmesine dayanamıyordum. Bir kez daha bana bakması için omuzundan tutup ona kendime çevirmeye çalıştım. Omuz silkip bana direndi, canını acıtmamak için üstelemedim. Bana bakmayınca başımı yastığa koyup saçlarını okşayarak onunla konuşmaya çalıştım.

"Bana ne anladığını söyler misin, bi'tanem, hadi konuş benimle."

Şu an gözyaşlarını dindirmek için varımı yoğumu verebilirdim. Yeter ki daha fazla üzülmesin istiyordum. Başını usulca kaldırıp içli içli minik burnunu çekti. "Beni...beni bıyacaksın..." dedi titreyen sesiyle. Ona şiddetle karşı çıktım, başımı salladım. "Hayır hayır, bi'tanem seni asla bırakmayacağım!" Asla asla demek lazımdı bunu bile bile ona asla demiştim. Dudağımı dişledim. Yüzünü avuçlarımın arasına alıp saçlarını okşadım. "Ama...ama ölmek o demek! Çok... çok...uzaklaya gideceksin." İç parçalanıyordu. Onu kollarımın arasına aldığımda karşı koymaması beni rahatlattı. Ufacık bedeni titriyordu. Başının üstünü öptüm, onu olabildiğince en sıkı şekilde sardım. Kokusunu ciğerlerime çektim, cennet kokulum benim. Ona bu durumu nasıl uygun dille açıklayacağımı bilmiyordum. Daha önce defalarca ötelediğim açıklamayı yapıp yapmama konusunda düşünmeye vaktim yoktu. Minik kuzum benden bir cevap bekliyordu.

"Anneciğim," diyerek konuya girdim. "Her insan senin gibi mini minnacık doğar, büyür, yaşar ve zamanı geldiğinde ölür." dedim. Bedenini benden uzaklaştırıp bana kaşlarını çattı. "Neden, ben de mi öleceğim?" diye sordu şaşkın şaşkın. Bunu düşünmek istemiyordum, küçücük yaşında onun da bunu düşünmesini istemiyordum ama bu açıklamayı yapmaya mecburdum. "Her insan için bu böyledir. Ben de orada bundan bahsediyordum." Kafamı karışmış gibi baktı bana.

"Ama niye...ölmek istemiyoyum, sen de ölme!" dedi karşı çıkarak. Güçlükle gülümsedim. "Bebeğim, bu elimizde olan bir şey değil ama" içini rahatlatmak için yalan söyledim. Gerçek olmasını dilediğim bir hayalle, "Buna daha çok var, şu an bunun için üzülmesen olur mu?"

Doğunun Aşık Kadını - Ruh-i Revanım -Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin