13

955 501 39
                                    

İngiltere, Addison Malikânesi

Beyaz Oda

15 Haziran 2018

Birden nerede olduğuma anlam veremeden uyandım. Güneş olanca parlaklığıyla içeri süzülmekteydi ve odanın beyazlığı gözlerimi kamaştırıyordu. Bolu'da başlayıp, beyaz odada son bulan film şeridim de gözlerimin önünden geçince, uyuduğum kanepeden belim tutulmuş bir şekilde kalktım.

Odada ki bazı değişiklikler dikkatimi çekti. Yuvarlak beyaz masanın üzerindeki tabaklar gitmiş üzerime de çiçek kokulu, yumuşacık, beyaz kaşmirden bir battaniye gelmişti. Anlaşılan burada kapıyı açmasam da odaya girmeleri söz konusuydu ve ilk defa kapıyı kontrol etme ihtiyacı hissettim. Herhangi bir anahtar ya da kilit yoktu. Acaba tedbir almam gerekiyor muydu? Babam olsa kesin tedbir alır, en azından kapı pervazına kibrit çöpü sıkıştırırdı. Bense babam kadar septik olmadığımdan böyle bir şeyi yapmazdım.

Yatak odasına geçip saate baktım. Henüz 06.48 idi. Kahvaltıya kadar duş alıp hazırlanmak için yeterince vaktim vardı. Bembeyaz banyoya girdiğimde, yeni ağlama seanslarını burada yapacağımı düşündüm. Tabii ki, ağlamam gerekirse. Umarım olmaz.

Kolyemi boynumdan çıkarmadan, hızlı bir duş alıp beyaz bornozumu üzerime geçirdim. Yatak odasındaki ayaklı aynadaki görüntüm hiç hoşuma gitmemişti. Hem yetim hem öksüz hem de geleceğini bilmeyen, başkalarına muhtaç bir kız görüyordum. Bu çok gurur kırıcıydı.

Saçlarımın ucundaki su damlaları yer çekimine karşı koyamayıp pıt pıt diye ses çıkararak halıyla buluşuyordu. Artık toparlanma zamanıydı.

Şifonyerin ilk çekmecesinde ünlü markalara ait makyaj malzemeleri vardı. Birçoğunun ne işe yaradığını bile bilmiyordum. Bir gardıroba bir de yatağın üzerinde duran kıyafetlerime baktım. O sırada kendime bir söz daha verdim. Kimliğimi değiştirmelerine asla izin vermeyecektim. Benim kıyafetlerim, benim eşyalarım ve benim adım.

Bir kot pantolon, bir bluz, spor ayakkabılarım, sıkıca toplanmış saçlarım ve beyaz sabun kokulu parfümümle her zamanki Havva olmuştum işte. Sırada bu her zamanki Havva'yı Addisonlar'a tanıtmak vardı. Ve tabii ki Robert Amca'ya.

Kapı çalındı. Oturma alanına koşturup "Girin" dedim. Diyetisyenim elinde sunum dosyası ile gelmiş, ürkek tavırlarla hareket ediyordu. Kahvaltımı masaya hazırladıkları sırada küçük bir sunum dinlemek zorunda bırakıldım. Ara öğünler, detoks suyu, proteinler, karbonhidratlar.. Diyetisyenimden tek isteğim babamla her gün içmeye alışık olduğum orta şekerli Türk kahvesinin olması ve mevsime uygun taze meyvelerdi. Çok iştahlı biri değildim ama yemek ayırt etmezdim. Şimdi bana kibarca sorulsa da sanırım ayarlanan her şeyi yemek zorundaydım.

Diyetimin üzerinden geçerken kapı tekrar çalındı. Bu sefer gelen, dünkü yara izi olan korumaydı.

"Günaydın efendim, Bay Robert Jackson kahvaltı sonrası sizi bahçede bekliyor. Hazır olduğunuzda birlikte gideceğiz."

Bir anda heyecanlanıp "Tamam, evet, hemen" gibi sözcükleri peş peşe sıraladım. Robert Amca'yla yüzleşme zamanı gelmişti. Sadece soğukkanlı olmam gerekiyordu.

Dişlerimi fırçalayıp üstüme başıma çeki düzen verdikten sonra koridora çıktım. Her an bir suikast olacakmış gibi tetikte duran koruma, bir adım önümden yürüyordu.

Asansöre ulaşmak için boylu boyunca koridoru yürümemiz gerekiyordu. Neyse ki bu uzun yürüyüş esnasında insanlar sıkılmasın diye izleyecek çok fazla malzeme yerleştirmişlerdi. Cevizden yapıldığını düşündüğüm eski parkelerin üzerinde halı yoktu ve yer yer gıcırdama sesleri kulağı tırmalıyordu. Portrelerin her biri, bir servet değerinde olmalıydı. Zemindeki Göbekli Tepe anıtlarıyla simetrik duran camlı kubbenin etrafında boyası yer yer kabarıp dökülmüş çeşitli insan figürleri vardı.

Geniş koridorda yengeçler gibi yan yan gidip taş tırabzanlardan göz ucuyla zemine, anıtlara bakıp kendimce bir selam verdim. Düne göre kendimi daha iyi hissediyordum. Bugün beni tedirgin eden tek şey, doldurulmuş hayvan kafalarıydı. Koridor boyunca sırasıyla bir tablo ve bir de hayvan kafası mevcuttu.

Sanatı sevmeme, ustalıkla yapılmış portrelere hayran olmama rağmen, avcılık sporuna karşı olduğum için hayvan kafaları aşırı ürkütücü geliyordu. Yasak olmasına rağmen Abant Gölü'ne de bazı adamlar avlanmak için gelirdi. Tüm gün silah sesleri susmazdı. Ben ve annem tedirgin olurken babam tüm zamanını telefonda yetkili makamları arayıp şikâyet etmekle geçirirdi. Şimdi burada ise dünyanın her yerinden geldiğini tahmin ettiğim geyikten kaplana, ayıdan çitaya kadar birçok hayvanın kafasına bakmak zorundaydım. Bazılarının ürkütücü dişleri açıktaydı. Bu çok korkunç bir manzaraydı.

Asansörün hemen yanında eski taş merdivenler bulunuyordu. Korkulukların köşelerinde ise taştan oyulmuş çam kozalakları vardı. Yara izli koruma, yeşil halka ile belirtilmiş giriş katı düğmesine bastıktan sonra sessizce kenara çekildi. Dün malikâneye girdiğim kapıya değil arka tarafta başka bir kapıya doğru yöneldik. Ve dün penceremden bir kısmını görebildiğim muhteşem bahçeye adım attım. Yeryüzünde bulunan her ağaç türünü sırasıyla burada hayat bulmuş gibiydi. Hatta dikkatli incelersem kökleri yukarı doğru olan Tûba Ağacı'nı bile görebilirdim sanırım.

Koruma eliyle Robert Amca'yı işaret ettikten sonra gözden kayboldu. Bir kamelyanın altında oturarak gazetesini okuyan Robert Amca, geldiğimin farkında değildi. Çimenlerin üstünde bulunan taşlı yolda ilerleyip yanına ulaştım. Hiçbir şey söylemeden tam karşısına otururken biraz ses çıkartmaya çalıştım. Sanırım izin istemem gerekiyordu.

SESSİZ -Bir Göbekli Tepe Efsanesi 1-#Wattys2021Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin