52

674 372 4
                                    

İngiltere, Addison Malikânesi

Mezarlık

11 Ağustos 2018

Bulantılarım artmış, kendimi sürekli yorgun ve uykulu hissediyordum. Günlük programımda bir takım değişikliler olmuş, yüzme dâhil tüm aktivitelerimde yaşam koçum Jack Thurston yanımdan bir an olsun ayrılmamıştı. Hamilelik yogasına on ikinci haftadan sonra başlamamızı uygun görmüş, şu an sadece nefes egzersizleri yaptırıyordu.

Bugün ise Robert Amca sabahtan odama uğramış ve annemle babamın cenaze töreni için öğleden sonra hazır olmamı istemişti.

Sonunda onlara veda edebilecektim, hem de karnımdaki hiç göremeyecek oldukları torunlarıyla birlikte. Yasta olan her insan gibi siyahlara bürünmüş, Robert Amca ile birlikte Addison Mezarlığı'na inmiştik.

Büyükbabamla geldiğimden beri mezarlıkta bazı değişikliler vardı. Tüm meşaleler yakılmış, her yer aydınlanmıştı. Örümcek ağları bile temizlenmiş, içerideki koku bir nebze azalmıştı. Ölülerden ziyade yaşayanların rahatlığı düşünülmüş gibi genel bir temizlik yapılmıştı.

Birbirine benzeyen odaların önünden geçerken hangisinin Theodora'nın odası olduğunu hatırlamam neredeyse imkânsızdı.

Koridorun en sonunda karşıma çıkan odaya gelince durduk ve Robert Amca konuşmaya başladı.

"Eva merasim başladı. İçeri girdiğinde hiç konuşmamalı ve saygılı olmalısın. Kimseye bakmamalı ve dokunmamalısın. Babanın ruhunun öteki âleme iletilmesi için de kanını biraz akıtman lazım."

Elime bir hançer tutuşturdu. Bronzdan yapıldığını düşündüğüm bu sade hançer belki de malikânedeki en eski nesneydi. Ürpertiyle birlikte bir hançere bir de Robert Amca'ya bakarken içimden "Bütün tarikat hikâyeleri kanlı biter" diye tekrarlıyordum. Hıristiyanlar bile kan dökülmeden günahların affedilmeyeceğine inanıyorlardı. Şimdi benden kanımı akıtarak gizli bir ayine katılmam isteniyordu. Ama sonra Robert Amca konuşmaya devam etti.

"Bir iki damla kan yeterli. Bu damlaları babanın üstüne akıtıp kimseyle konuşmadan ve temas etmeden çıkacaksın."

İstenmeyen bir sessizlikten sonra Robert Amca gözlerime baktı.

"Anladın mı Eva?"

Çok korkmuştum ve titriyordum. Robert Amca'nın dediklerini anlıyor ama anlamlandıramıyordum. Sorusuna karşılık başımı "Evet" anlamında salladım. Elimde antik hançerle birlikte dar bir koridora adım attım. Koridor dardı ve çember şeklinde dönüyordu. Yarım daire yürüdükten sonra anıtlara açılan girişten geçtik. Bizi kötü bir koku karşıladı. İlk etapta ne söylediğini anlamadığım gür bir erkek sesi biz içeriye girince sustu.

Göbekli Tepe anıtlarının aynısı burada da karşıma çıkmıştı. Belirli aralıklarla sıralanmış on iki sütunun önünde on bir adam duruyordu. Eliot'ın benim odama gelirken giydiği bordo detayları olan siyah cübbeyi giymiş ve gözlerini de kapatan kapüşonlarını kafalarına geçirmiş on bir insan. Robert Amca kimseye bakma demişti ama ben sırasıyla bu on bir kişiyi inceliyordum ama kapüşondan dolayı kim olduklarını anlamam imkânsızdı. On ikinci kişi neredeydi? Onun yeri neden boştu?

Odaya girdiğimde kulaklarımın uğuldadığını sanmıştım ama aslında içeride garip bir ses vardı. Her bir kişinin yanında kafeslerin içinde olan yılanlar, tıslayarak ve çıngıraklarını sallayarak ortama ürkütücü bir hava katıyorlardı ve ses kesinlikle onlardan geliyordu.

Çemberin merkezinde iki T sütunun ortasında bir masanın üzerinde ise tek bir beden vardı. Bir zamanlar baba diyerek sevdiğim kişi bir ceset olarak tek başına yatmaktaydı. Annem ise yoktu. "Acaba sırayla mı alacaklar?" diye yine iyimser düşündüm ama annem bir Addison olmadığı için cenaze törenini hak etmemiş olma ihtimali daha yüksekti.

SESSİZ -Bir Göbekli Tepe Efsanesi 1-#Wattys2021Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin