2

1.6K 660 788
                                    

Türkiye, Bolu

Abant Gölü

13 Haziran 2018

Evin kapısı titrek bir mum ışığı gibi çalmaya başladı. Aslında polislerin gelişini yolun başından itibaren görüyordum ama yine de içimden bir ses, belki de ormanda bir olay olmuştur, diye söylenip duruyordu.

Abant Gölü'ndeki tek ev bizim evimizdi. Bir ev, bir göl ve uçsuz bucaksız ormandan oluşan sessiz ve münzevi bir hayat yaşıyorduk. Babama bu ev annesinden miras kalmıştı. Onun nasıl aldığı ise tam bir muammaydı. Babamın ve büyükannemin bir İngiliz olduğu düşünülürse bu olay daha da ilgi çekici hâle geliyordu.

Annem ise bir Türk. Bolu'ya 1027 kilometre uzaklıktaki Şanlıurfa ilinde doğmuş. Hayatına dair bildiğimiz tek bilgi kırıntısı buydu. Yıllarca farklı illerdeki farklı yetimhanelerde yaşadıktan sonra kendi çabalarıyla hayatına yön vermeye çalışmış. Babam, bir arkeolojik kazı ekibinde annemle tanışmış ve ondan çok etkilenmiş. Hızlı bir nikâhın ardından, Abant Gölü'ndeki evimize yerleşmişler ve dünyaya ben gelmişim. Yeni evli olmalarına rağmen (sanırım babamın ileri yaşından ötürü) hemen tüp bebek tedavisine başvurmuşlar. Ve deney tüpünden ben çıkmışım.

Babam kültüre, bilime ve sanata çok değer vermesine hatta modern bir insan sayılabilecek özellikler taşımasına karşın aşırı muhafazakâr bir insandır. Bir zamanlar evden ayrıldığım tek vakit olan okula gidiş ve gelişlerim tam bir kâbustu. Babam beni okula arabasıyla bırakır ve son zil çalmadan önce mutlaka okulun kapısında olurdu. Bazen de sınıfın kapısında. Hiçbir arkadaşımın evine gitmemi istemezdi ve bize de kimse gelemezdi. Tabii tüm bunlar iki yıl önceydi. Sekiz yıllık zorunlu eğitim bittikten sonra ise evden neredeyse hiç çıkamaz olmuştum.

Babamın bazen aşırı dindar olduğunu düşünürdüm. Ama aslında Müslüman değildi, Hıristiyan da değildi. Bir şeylere inanıyordu ama neye inandığını ben de bilmiyordum. Annem Müslüman olmasına rağmen onun da bazı konularda inancını bastırır, zaten sönük olan karakteri yüzünden iyice içine kapanmasına neden olurdu.

Şimdi ise ev, göl ve orman sessizdi. Sanırım annem de babam da sessiz yerleri seviyordu. Buraya sadece piknikçiler, doğa yürüyüşçüleri ya da arada bir turistler gelirdi.

Ve şimdi de polisler. Acaba neden gelmişlerdi? Annemle babam günün erken vakitlerinde alışveriş için şehir merkezine inmişlerdi. Öncesinde babamla yine hararetli bir tartışma yaşamış ve evde yalnız kalmam konusunda ikna edilmiştim. Evde yalnız kaldığım pek söylenemezdi, tabii bugün hariç.

Monofobia yani yalnızlık korkusu, yenmem gereken bir korkuydu. Babam çoğu zayıflığımızın korkularımızdan geldiğini söylerdi. Korkularımla baş etmem için babamın daha sert yöntemlere başvurduğu bile olmuştu. Daha bilgili ve olgun bir kız olmam için babam tarafından ciddi bir şekilde eğitilmiştim. Ama şu an aldığım tüm eğitimleri bir kenara bırakıp, ürkek bir sokak köpeği gibi kapıya doğru titrek adımlarla ilerliyordum. Kapının arkasında derin bir nefes alıp kendimi sakinleştirmeye çalıştıktan sonra elim kapının kulpuna doğru gitti ve kapı üçüncü çalışında açılmış oldu.

"Havva Öztürk?"

Yaşça diğerinden daha büyük, kıdemli olan polisti yüzüme bakarak soran. Elindeki kâğıdı kıvırıp duruyor, bir şeylerden tedirgin olduğunu çok belli ediyordu.

Sesimi kontrol etmeye çalışarak konuşmaya başladım. Ürkek çıkmamasına özen göstermiştim. "Evet, benim memur bey" diyebildim. Verilecek olan bilgiye kendimi hazırlamaya çalışıyordum. "Bir şey mi oldu?"

"İçeri girebilir miyiz Havva?" dedi genç polis.

Neden içeriye girmek istiyorlar ki? Babam olsa polis olduklarından bile şüphe duyardı. Duymalıydı da. Giydikleri bu üniformaları herhangi bir tiyatro kulübünden temin etmiş olabilirlerdi. Yaşadığım ortamın sessizliği ve babamın aşırı septik tavırları demek ki içime işlemişti. Bu hâlimi görse eminim gurur duyardı. Çünkü her zaman çok naif bir karakterim olduğunu düşünüyordu. Onun aksine insanları seven ve hemen güvenen.

SESSİZ -Bir Göbekli Tepe Efsanesi 1-#Wattys2021Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin