Bölüm 20: "Gribim, anlasana!"

1.3K 165 49
                                    

         Not: Pazartesi günü yayınladığım "Aduket" bölümünü okumuş muydunuz?

Birkaç gece önce babası, Harun ve Bilge'yle güzel bir masa kurmuşlar; sabahında annesi inadından vazgeçip en sonunda babasıyla konuşmuş, babası da aynı günün akşamına apar topar yola çıkmıştı. Freya işte o arada bir yerde, belki babasıyla soğukta taksi beklediği o yarım saatte belki de İzci'yle atari oynarken içerisi dumana boğulmasın diye açtığı pencereyi kapatmayı unuttuğu gece buza kesen odasında şifayı kapmıştı. Gerçi Deniz'le karda yürürken üşütmüş de olabilirdi. Neyse işte... Ama ne şifa! Üzerinde iki kat kazak, kalın bir mont, boynunda Deniz'in onda kalan atkılarından biri ve kafasında bir bereyle hamam gibi ısınmış tiyatronun kafesinde otururken bile üşüyordu. Boğazı şişmiş, burnu açık unutulmuş bir musluk gibi sürekli akmaya başlamıştı. Kızaran burnunu peçeteyle silip Erhan'ın önüne bıraktığı sıcak süte iki elle sarıldı. Onur çağırmasa -ki bu kadar hasta olduğundan haberi yoktu- Freya kanepesinden asla ayrılmazdı. Masadaki paket şekerlerden birini açıp süte ekledi; nankörlük yapmak istemezdi ama biraz bal olsa fena olmazdı. Şekeri karıştırırken bile yorgun düşüp kaşığı yarı yolda bıraktı. Sol eline yaslanıp gözlerini kapattı. Neden gelmişti ki? Keşke Onur'a ne kadar hasta olduğunu söyleseydi. Sütünü içip gürültüyle burnunu sildi. Üç gün önce turp gibiyken şimdi nasıl bu kadar hasta olabilirdi bir insan? Zaten hasta olmaktan da en az kıştan ve üşümekten nefret ettiği kadar nefret ediyordu.

-"Freya?" Başını kaldırıp tepesinde dikilen Onur'a yarım ağız gülümsemeye çalıştı. Buna bile hali yoktu. "Bu ne hal?" Üşütmüşüm. "Telefonda niye bir şey demedin? Ah, Freya!" Telaşla telefon rehberini açtı. "Bir taksi çağırayım da doktora gidelim." Doktor olmaz! "Olur, olur. Belki bir iğne falan..." İğne hiç olmaz! "Ben elini tutarım." Kandırma beni! "Söz veriyorum."

-"Selam."

          Yağmur çantasını masaya bırakırken bir yandan da boynuna doladığı atkıyı çıkarmaya başlamıştı. Freya'nın hasta olduğunu henüz fark etmemişti. "Nasılsınız? Geç kalmadım değil mi?" Rengi solmuş kadını gördüğünde incecik kaşları çatıldı. "Bir sorun mu var?"

-"Baksana haline!" Ne varmış halimde? Hap-şuuu! "Gerçek bir mikrop yuvasısın."

-"Taksi mi çağırıyorsun?" Hıhı. Yağmur uzanıp elini kadının alnına dayadı. "Ateşin de var Freya. Dur! Bizim çocuklardan birinden rica edeyim." Hap-şu! "Öyle daha hızlı gideriz." Doktor yok. "Var, Freyacım, var. İç bakayım sen sütünü!" Onur'a, kadına mutlaka sütü içirmesini tembihledi. Şimdi aşağıdan birini bulur gelirdi. Zaten herkes prova için buradaydı. "Geliyorum hemen."

Freya doktor ve hastane fikrinden hoşlanmasa da önündeki süte bakarken kaçamayacağının farkındaydı. Homurdana homurdana -daha çok da hapşıra hapşıra- önündeki sütü yudumladı. Bu sırada merdivenlerden telaşlı adımlar ve konuşmalar duyuldu. Aynı anda kafenin cam kapısı gürültüyle aralandı ve Deniz, Onur'a selam bile vermeden eğilip dudaklarını alnına dayadı. Ürpermişti. Adamın dudakları bile şu anda ona soğuk geliyordu. Adam geri çekilip onunla yüz yüze gelebilmek için eğildi ve "Delirdin mi?" diye sordu. Endişeliydi. Onun bulutlanmış bakışlarında endişesini görebiliyordu, Freya. "Bu ateşle buraya gelinir mi hiç?"

Yağmur adamın ne kadar korktuğunu fark ederek Onur'a doğru eğildi ve kısık sesle "Tanışıyorlar mı?" diye sordu. Adamın başını salladığını gördüğünde "O Deniz, bu Deniz mi?" dedi şaşkınlıkla. Şaşkınlığı, Freya için duyduğu endişenin bir an için önüne geçmişti.

-"Neden bana haber vermedin?" Verse miydim? "Soruyor musun bir de Freya!" Ama... "Çocuk gibisin." Ben iyiyim. "Hastaneye gidiyoruz." Hasta- "İyi olup olmadığına doktor karar verecek." Ben Onur'la giderim. "Arabayı getiriyorum şimdi." Sen provaya dön. "Saçmalama güzelim."

FreyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin