Not: "Kötü kalpli cadı" bölümünü okumuş muydunuz?
İzci'yle Freya arkadaş olduklarında dünyada henüz dinozorlar hüküm sürüyordu. Kıtalar ayrılmamış, Jurassic Park I vizyona girmemiş, Türkiye'de bir dinozor parkı kurulmamıştı. Bunların hepsi onlar arkadaş olduktan sonra oldu. Muhtemelen İzci burada olsa dinazorlarla insanların bir arada yaşamadığıyla ilgili söylenirdi ama İzci'nin ne dediği kimin umurundaydı? Bu Freya'nın iç sesiydi ve İzci yine -YİNE!- geç kalmıştı. Ve geç kaldığı için bu konuda -ya da herhangi bir konuda- en ufak bir söz hakkına sahip değildi. Freya istediği şeyi düşünebilir, olan biten her şeyi içinden geldiği gibi, canı nasıl istiyorsa öyle anlatabilirdi. Çünkü burada soğuktan donmak üzere olan oydu ve onun için İkinci Buzul Çağı on beş dakika kadar önce başlamıştı. Hatta modern çağın dinozorları da ensesi kalınlar olarak reenkarne olmuşlardı.
İzci'nin geç kaldığını hatırlayınca kolundaki saati bir kez daha kontrol etti. Bir haftadır durmadan yağan kar, bütün trafiği felç etmesine rağmen Freya yine de kalkıp Kadıköy'e İzci'yi görmeye gelebilmiş ama İzci Bey üç sokak ötedeki evinden zamanında kalkıp gelememişti. Bu Freya'yı asla şaşırtmıyordu. Asla! Onlar doğuyla batı, kırmızıyla yeşil, acıyla tatlı kadar uyumlulardı. İkisinin arkadaşlığı, daha çok bir yanardağın durduk yere patlaması, Dünya'nın yakınından on milyon yıl sonra bir kuyruklu yıldız geçmesi, İstanbul'daki o ilk lokmacının açılması fikri gibi ender yaşanan bir olaydı. Kimse olmasını beklemiyordu ama olmuştu. İkisi bile hala nasıl olup da arkadaş olduklarını anlayamıyor, arkadaş kalabilmelerine ise her gün bir öncekinden daha çok şaşırıyorlardı. İzci'nin gerçek adı İzci de değildi bu arada. Adamın soyadı zamanla adına dönüşmüş; onu tanıyan herkes adama zamanla 'İzci' diye hitap etmeye başlamıştı. Rivayete göre adamın kendisi bile artık ilk ismini hatırlamıyordu; öyle ki yazdığı köşede bile İzci mahlasını kullanır olmuştu.
Soğuktan morarmaya başlayan ellerini birbirine sürtüp Dükkan'a omuz üstünden bir bakış attı. Bir beş dakika daha dışarıda duramayacaktı. Sigarasını söndürüp içeri girdi ve uzun zaman sonra ilk kez boş kalan deri koltuğu yaşlı gözlerle baktı. Donan eklemleri çözülmeye başlarken koltuğu kimseye kaptırmama telaşıyla koşup kendini koltuğa resmen fırlattı. Bu koltuk ne güzel koltuktu ama! İnsan oturur oturmaz içine gömülüyordu resmen. Yumuşacıktı. Freya birkaç kez İzci'ye koltuğu çalmayı teklif etmiş ama kapıdan çıkartamayacakları için plana başlamadan vazgeçmek zorunda kalmışlardı. İçerisi de nasıl güzel ve sıcaktı ama! Sıcacık. Montunun düğmelerini çözüp kafasındaki bereye asıldı. Adamı niye dışarıda beklediğini sorgulamaya başlarken kuru bir öksürük geldi. Evet, sigara. Tiryaki olmanın kötü yanlarına 'merhaba' deyip yanına gelen genç garsondan filtre kahveyle su istedi.
Filtre kahveyi bitirmesine yakın, yani buluşmayı kararlaştırdıkları saatten yaklaşık kırk beş dakika kadar sonra, İzci gözünde buğulanmış Freud gözlükleri, sırtında bilgisayar çantası ve kucağında üç-dört dergiyle kapıda belirdi. Eminim geç kalmak için çok haklı bir sebebi vardı. Hep olurdu. Freya da adamı her defasında sabırla dinler ama asla ona hak vermezdi. Yine de dinlerdi. İyi bir dinleyiciydi. Ama hak vermezdi. Bir yarım saat kadar bunun kavgasını ederler sonra konu öylece ortada kalır, İzci bir sonraki buluşmalarında yine geç kalırdı. Bu durum, bu uyumsuz ikili için çözümsüz, kısır bir döngüydü. Ve bu döngüye ikisi de o kadar alışmış, o kadar kabullenmişlerdi ki bu gerçeği zamanla görmezden gelmeye başlamışlardı. Gerçi Freya ara sıra adamın geç kalmasını hatırlayınca durduk yere adamı tekmeliyordu ama... Freya'ya göre İzci de bu duruma alışmıştı. Yani tekmelerin acısına değil de, Freya'nın onu tekmelemek için haklı bir sebebi olmasına. Her neyse.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Freya
Storie d'amoreBir kez ayrılınca ilişki bitmiş sayılır mı, yoksa emin olmak için birkaç kez daha mı ayrılmak gerekir? Ayrılmayı başaramayan ama bir arada da kalamayan; yarım akıllı bir oyuncu ile sıkıcı bir çevirmenin ayrılık hikayesi bu... Ya da bir barışma hikay...