Not: "POV" bölümünü okumuş muydunuz?
"bir mavikuş var yüreğimde,
dışarı çıkmak için can atan
ama ben çok akıllıyım, sadece geceleri
izin veririm çıkmasına
bazen
herkes hala uykudayken.
orada olduğunu biliyorum, derim ona,
hadi kederlenme
artık." - Charles BukowskiFreya gözlerini misafir oldukları evin aydınlık odasında açmıştı. İki kişilik yatağın her zamanki gibi kapıya yakın tarafında yatıyordu. Parmakları daha o farkında olmadan kolalı, kar beyaz çarşafların soğuğunda kaydı ve aradığını bulamadı. Deniz'in yanı başında olmayışı bir miktar kalbini kırmıştı. Doğrulup saçlarını karıştırdı ve yumruk yaptığı elleriyle gözlerini ovuşturdu. Yağmurun cama vuran çıtırtısına dönen bakışları hiç telaş yapmadan birbirleriyle yarışan yağmur damlalarını buldu. María'nın adadaki evine geleli tam iki gün oluyordu. Kızlarla yemek yiyeli ise üç. Ayaklarını ranzadan sarkıtıp ayak ucuna bırakılmış terliklerini ayağına geçirdi. María! Ne derse desin onu asla dinlemez, mutlaka gece gelip üstünü açıp açmadığını kontrol ederdi. Yüzüne yorgun bir gülümseme dağıldı. Aşağıdan gelen, Feza'nın normal bir insanınkinden en az birkaç perde yüksek çıkan sesini duyabiliyordu. Üzerine sabahlığını geçirip kuşağını sıkıca bağladı. Salonda yanan şömine bütün evi ısıtmıştı. Kapıdan çıkmadan evvel parmak uçlarına yükselip kapının üzerindeki Afrodit kabartmasına parmaklarını sürdü ve dilek diledi.
-"Hadi ama María!" Feza çocuk gibi itiraz ediyor, kadının önüne bıraktığı domatesleri bir bir tabağa geri bırakıyordu. "Domates sevmediğimi biliyorsun."
-"Pişmişini yiyorsun ama!"
-"Ama pişmiş olanı..."
Freya sandalyesini gürültüyle çekip "Dilini karıncalandırmıyor da ondan yiyor," diye devam etti. "Çocukluğundan beri böyle bu María."
-"Eşek kadar olmuş artık. İnsan hala domatesle kavga eder mi?"
-"İnat o inat." İnadı kurusun! "Kurusun."
Feza peynir tabağını Freya'nın burnuna dayayıp "Freyacım peynir?" diye sordu. Bunun karşı bir hamle olduğunu bildiği halde istemsizce tabaktan uzaklaştı. "A-ah! Ne oldu ya? Bir suratın buruştu sanki?" Alayla güldü ve tabağı biraz daha burnuna dayadı. "Yoksa sen de hala peynir yemiyor musun?"
-"Çek şunu burnumun dibinden Feza!"
-"Yoksa sen de mi inatsın?" Yer benim Freya'm! "Yermişsin bak!"
Freya başını olumsuz bir şekilde iki yana salladı. Gerçekten yiyemezdi. Evdeki peynirleri de hep... Deniz yerdi. En azından şu birkaç aydır hep Deniz yemişti. Bakışları dalgınca peynir tabağına kaydı. O sırada María ile Feza'nın hala atıştıklarının farkına varamamıştı. Yeşil zeytin kasesini önüne çekerken María da onun için bir fincan çay doldurdu. Kadın, İstanbul'un ve adanın en eski sakinlerinden biriydi. Yıllar önce kalacak bir yer bulmak istedikleri ilk aile toplantısında tanışmışlardı onunla. O zaman bile çok genç değildi. Boynunda büyük annesinden kalma gümüş bir haç olurdu hep. Saçlarını hala her gece bigudiyle sarar, sabahında uzun uzun tarayarak şekillendirirdi. Makyaj yapmayı sevmezdi. Yine de onu sabahın bu kör saatinde bile rujsuz göremezdiniz. Çoğu zaman beyaz giyerdi. Böyle soğuk havalarda da omuzlarına kendi ördüğü şallardan birini sarardı. Freya ona bakarken gülümsedi. Burada kendini bir müşteri ya da misafir gibi hissettiği tek bir an bile hatırlamıyordu.
-"Siz niye buradasınız anlatın bakalım."
-"Anlat bakalım Freya." Feza çayını höpürdetip arkasına yaslandı. "Biz niye iki gündür adada saklanıyoruz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Freya
RomanceBir kez ayrılınca ilişki bitmiş sayılır mı, yoksa emin olmak için birkaç kez daha mı ayrılmak gerekir? Ayrılmayı başaramayan ama bir arada da kalamayan; yarım akıllı bir oyuncu ile sıkıcı bir çevirmenin ayrılık hikayesi bu... Ya da bir barışma hikay...