Bölüm 41: "Team Deniz"

805 113 17
                                    

Not: "Mavikuş" isimli bölümü okumuş muydunuz?





Bilge atölyenin kapısından içeri girmiş, her zaman olduğu gibi zeytin ağaçlarını selamlamış ve galerideki karmaşayı biraz olsun düzenlemeyi başarabilen tek kişiye -Yavuz'a- güzel bir gülümsemeyle selam vermişti. Koluna astığı paltoyu ilerleyip masanın yanındaki askıya çantasıyla birlikte astı ve ucundan hala sular damlayan şemsiyesini de duvara dayadı. Sabahın bu saatinde uyanmasının tek sebebi birazdan sergiye teslim alacakları yeni resimler için duyduğu heyecandı. Kahve makinesinin başında dikilip kendine bol sütlü bir caffe latte yapacağı sırada galerinin kapısının gürültüyle açıldı. Heeey! Hollandalıların bundan daha kibar olacağını ummuştu. Bakışları kapıya doğru kaydığında her yanından sular damlayan Deniz'i gördü ve gözleri hayretle büyüdü. Oh, sevgili çocuk Tanrı Eros!* Savaşta mıydı?

-"Bilge..." Adam telaşla yanına gelirken hala onun burada olduğundan emin değildi. Deniz yüzüne yapışan saçlarını geriye tarayıp "Freya'yı gördün mü?" diye sorduğunda başını hafifçe iki yana salladı. "En son ne zaman görmüştün?" Pazartesi akşamı? Adamın omuzları hayal kırıklığıyla çöktü. Yüzünü ovuşturup sessizce "Mesaj atıp çıkıp gitmiş," dedi. "İki gündür onu arıyorum."

-"Ne demek gitmiş?"

-"Yok işte, Bilge! Gitmiş demek ne demek?" Öfkesini ve endişesini güçlükle bastırıp derin bir nefes aldı. "Özür dilerim," diye mırıldandı. "İzci'yi bile aradım ama kimse nerede olduğunu bilmiyor." İzci'yi bile arayacak kadar ciddi miydi durum? Kendisi için yaptığı kahveyi masaya bırakıp Deniz için sert bir espresso hazırladı. Belli ki adamın kahveye ondan daha çok ihtiyacı vardı. "Ona ulaşamıyorum."

Bilge aklını kaçırmış bir şekilde bir sağa bir sola yürüyen Deniz'i takip ederken midesinin bulanmaya başladığını hissetti. Adama birkaç kez seslendi, Deniz oralı olmayınca da "DENİZ BİR DUR ARTIK!" dedi. Dedi mi? Hayır, sanırım bağırdı. Bağırmış mıydı? Uykusuzluktan göz altları morarmış adama bakarken yanağının içini dişledi. Evet, sevgilisi için endişeden deliye dönen ve sırılsıklam olmuş bir adama bağırmıştı. Ellerini adamı yatıştırmak istercesine hafifçe sallayıp "Birazcık sakinleşsen mi?" diye sordu. Makineden gelen sesle hazır olan espressoyu alıp adama uzattı. "Otur şöyle." Daha sakin ve daha anlayışlı konuşuyordu. Deniz bu kadar kızgın bakarken nasıl bu kadar endişeli durabiliyordu? Ah, Freya! Resmen adamın göğsüne taş oturtmuştu. "Feza da ortalıkta olmadığına göre kesin birliktedir onlar."

-"Birlikteler zaten."

Adam masanın karşısındaki sandalyeye oturdu. Yüzünü sıvazlamış, alnına dökülen saçlarını geriye taramıştı. İki günde çökmüş müydü bu çocuk? Gerçi kaşı gözü hala güzeldi ama sakallar... Eh... Bir bilememişti sanki. Masadaki sürahiden doldurduğu bir bardak suyu da uzattı.

-"O zaman endişelenmene gerek yok."

Deniz cevap vermeden önce sudan bir yudum aldı. Bilge bir şeyler biliyordu ama ne bildiğinden, ne kadar bildiğinden emin olamıyordu. Kaşları hafifçe çatıldı, insanı ürpertecek kadar kararmış bakışlarını tedirgin etmek istercesine Bilge'ye dikti. O endişenin sularından avuç avuç içerken Bilge neden...

-"Bu kadar rahatsın?"

-"Freya ile Feza bu!" Telaşsızca omuz silkti ve ılımaya başlayan kahvesinden küçük bir yudum aldı. "İstanbul'dan uzaklaşmış olamazlar."

-"Neye bu kadar kızdığını anlamıyorum."

-"Bilmem." Çenesini masanın üzerinde birleştirdiği ellerine dayayıp öne doğru eğildi. "Karışma dediği halde kafana göre davrandığın için olabilir mi?"

FreyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin