"İnan bana..." Annesinin lafını kesip söylenmesini bezgin bir surat ifadesiyle dinledi. Biraz daha söylenme. Maaş ilgili söylenme. Çeviri parasıyla ilgili söylenme. KYK borcuyla ilgili biraz daha söylenme. "Hadi ya? Ben mi alamıyormuşum?" Maaşı, borcu, bitiremediği çevirileri, olmayan kocası, evinin kadını çocuklarının anası... "Anne bu konuşma nereye gidiyor?" Annesi bir anda cırlayınca gözlüğünü çıkarıp alnını ovuşturdu. "Daha geçen ay teslim ettim çeviriyi." Onun yaşıtlarının boyunca çocuğu vardı. "Çeviri parasından konuşuyorduk annecim. Kitap yayınlanmadan alamıyorum, sen de biliyorsun. Anlattım sana bunları..." Patik örmeye başladım ben de. "Ne patiği?" Kızına. "Ne kızı?" Gözlerini devirdi. Şu anda aranılan anneye ulaşılamıyordu, belki de daha sonra denemeliydi. "Çayı ocakta unuttum!" Beceriksiz miydi biraz? Galiba. Ama çay da sevmezdi. Bu anda en azından annesinin onunla ilgili bu kadar küçük bir şeyi hatırlayabilmesini isterdi. "Beni de almasınlar anne ya... Valla bak!" Bir kez daha şansını denedi. "Çok üzüldüm şu an. Acımı içimde yaşayacağım." Anneyle dalga mı geçiyorsun sen? "Sen de benimle geçiyorsun." Büyük anne olmak istiyorum ben Freya! "Anne..." Sen ilerde kaynanana da böyle yaparsan... "Ya ne kaynanası şu anda?" Çemkirme anneye! "Annecim çemkirmiyorum ama bir kez olsun ben ne diyorum diye beni de bir dinlesen mi?" Millet internetten koca buluyor, sen daha bir sevgili bile yapamıyorsun. "Anne sen ne diyorsun Allah aşkına?" Boy boy çocuklar... Seven sevdiğine kavuşurken neden Deniz ile ayrıldınlar... Can'ı da mı elinden kaçırdınlar... "Anne sen benim adımı Freya koyan kadındın. İçine şeytan mı kaçtı senin?" Anneye şeytan denmez! "Peki, özür dilerim." Hep babanın suçu bunlar. "Evet, biliyorum. İsmimi de o koydu, beni de o zehirledi de gittim dilbilim okudum. Öpüyorum annecim. Ocaktaki çay malum... Öpüyorum. Kendine iyi bak. İlaçlarını iç. Görüşürüz annecim. Tamam. Tamam. Terliklerimi çıkarmam. Tamam. Öpüyorum. Görüşürüz. Aaa... Öyle miymiş? Hoşça kal... Tamam." Telaşla derin bir nefes alıp kelimeleri peş peşe sıraladı ve son anda da ekledi: "Görüşürüz!!!"
Annesinin uzun azarları başını ağrıtmıştı. Her gün annesi günün bu saatlerinde bir bahane bulup arar, sonra da söylenirdi. Bilgisayarının yanında duran boş kahve kupasına bakıp acıyla başını iki yana salladı. Doğalgazı açmak için son ana kadar beklediğinden ev buzdolabı gibiydi. Kazak üzerine kazak giyip üstüne de Deniz domuzunun kazağını geçirmişti. Deniz'den ona kalan tek hayırlı şey bu yumuşacık kazaktı. İçi üşüdü. Sürekli evden çalışmadığı için evin ne kadar soğuk olduğunu fark etmemişti. Gidip Starbucks'a falan mı çökseydi? Bu düşünceyi kafasında tarttı, sonra üşenip ayaklandı ve ayaklarını sürüye sürüye mutfağa geçip kombiyi bir kez daha kontrol etti. 55 dereceydi. Kombisi bunu neden gelip peteklerine anlatmıyordu mesela? Eminim anlarlardı. Kolundaki saati kontrol etti. Şimdi hazırlanıp çıksa Starbucks'a 15 dakikada varırdı. Başını cama doğru uzatıp kardan tıkanan yollara, kartopu oynayan çocuklara keyifsizce baktı. Evin bir an önce ısınması için dua etti, yoksa donarak ölmesi işten bile değildi.
30 gram kahveyi öğütücüye doldurduğu sırada çalan kapıya elindeki öğütücüyle birlikte gitti. Gelen Kuryeydi. Beklediği yeni çeviriler gelmişti. Freya kitapları eline aldığı her seferinde aynı şekilde seviniyor, aylarca emek verdiği kitap 100-150 tane sattığındaysa üzülüyordu. Kapıdan uzaklaşamadan zil tekrar çaldığında söylenerek kapıyı araladı. Koca bir buket ile üzerine iliştirilen notu gördüğünde az önceki sevinci hızlıca karardı. Adamın çiçeği eline tutuşturmasına fırsat vermeden notu aceleyle okudu. Can'dandı. Daha da tadı kaçtı. Teşekkür edip çiçeği aldı ve bir elinde çiçek diğerinde öğütücüyle mutfağa geçti. Çiçekleri bir vazoya yerleştirip Can'a teşekkür mesajı attı. Annesi, bu mesaj olayını öğrense hiç susmadan söylenirdi.
Gözlerini devirip yarım litre suyu kahve makinesine boca etti. Kalçasını tezgaha dayayıp kahvenin demlenmesini beklerken de Twitter'a girdi. Kahvenin buharlaşan suyundan yükselen sesi duyabiliyordu. Mutfağa kahve kokusu dağılırken gülümsedi. Bu koku her şeye bedeldi. Twitter'da herkesin birilerine sallamasını, arkadaşlarından birinin diğerini, diğerinin de başkasını lümpenlikle, burjuvalıkla, para sevicilikle suçlamasını okurken Denizle ilgili bir twite denk geldiğinde canı sıkıldı. Adamla karşılaşmalarının üzerinden üç gün geçmişti. Adamın yeni dizisinin tanıtımından paylaşılan üstsüz fotoğrafının altında yüzden fazla yorum vardı. Göz ucuyla biraz bakayım derken elli tanesini okudu. Yorumlar adamın ne kadar tatlı, düşünceli, kibar ve merhametli olduğuyla ilgiliydi. Onun Deniz'i, düzeltti, o domuz Deniz insanlıktan, tatlılıktan, merhametten nasibini almamıştı. Gözü yeniden adamın fotoğrafına kaydı. Ama yukarıda Allah vardı; baklavaları büyümüş, omuzları otobana dönmüştü. Allah beyninden kıstığını sanırım kaslarına veriyordu. Twitter'ı kapatıp Instagram'a daldı. Herkes kar fotoğrafı yüklemişti. Bir bacaklarındaki dizi çıkmış tayta, ayaklarındaki Noel babalı çoraplarına baktı, bir de makyajlarını yapıp, en güzel kıyafetlerini giyip soğukta salınan arkadaşlarına. İkisinden birinde yanlış bir şey olduğunun farkındaydı. Ama bir bölüm Türk dizisi kaç sayfaydı onlar biliyor muydu? Freya öğrenmişti. Yaz, yaz bitiremediği bölüme bir de sürekli revizyon geliyordu. Sevgilisiyle camın önüne dev bir yılbaşı ağacı kurup şarabını yudumlayan arkadaşını gördüğünde gözlerini devirip telefonun ekranını kararttı ve elinde kocaman kahve kupasıyla bilgisayarın başına dönüp çalışmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Freya
RomantikBir kez ayrılınca ilişki bitmiş sayılır mı, yoksa emin olmak için birkaç kez daha mı ayrılmak gerekir? Ayrılmayı başaramayan ama bir arada da kalamayan; yarım akıllı bir oyuncu ile sıkıcı bir çevirmenin ayrılık hikayesi bu... Ya da bir barışma hikay...