"Evren acımasız, umursamaz bir boşluktur. Mutlu olmanın anahtarı ise anlam arayışı değildir; kendini önemsiz saçmalıklarla meşgul etmektir ve önünde sonunda ölürsün." (Mr. Peanutbutter/BoJack Horseman)
Aslı başını Arca'nın omzuna dayamış, gözlerini kapatmış, belli belirsiz gülümsüyordu. Arca kadının saçlarını kulağının arkasına sıkıştırırken "Gülümsüyorsun fıstık," diye fısıldadı. Kadın başını belli belirsiz sallayınca o da gülümsedi. "Başın çok mu dönüyor?" Yeni bir baş sallaması. "Kahve isteyelim mi?" Hayııııır... Çorba içecekti o. Arca sevgiyle kadının kızarmış burnuna, hafifçe aralanmış gözlerine baktı. Gelecek ay altı yıl olacaktı evleneli. Altı koca yıl. Göz açıp kapayana kadar geçip gitmişti. Kadınla yan yana yürümeye karar verdikleri andan sonra bir an için bile olsa şüphe duymamıştı. Asla. Ne yapıyoruz, neden yapıyoruz dememişti. "Limon sıkayım mı çorbana?" Ekmek de doğra ama! "Doğrarım, fıstık." Çok eğlendim. "Ben de." Ama bir süre içmeyelim olur mu? "Olur, fıstık." Başım çok dönüyor. "Biliyorum." Sen dönme. "Dönmem güzelim." Üff... Ama dönüyordu işte. Her şey dönüyordu. "Biraz uyu istersen." Ya çorba? "Sen uyurken o da ılır sevgilim." Ama soğumasın. "Soğumaz hayatım." Sadece birkaç dakika. O kadarcık dinlendirecekti gözlerini. Sonra kalkıp çorbasını içecekti. "Tamam bi'tanem."
Bilge elindeki lokmayı Feza'nın tabağına atmaya çalıştı. Ekmek, Deniz'in çorbasına düşüp ıslandı ve Titanik gibi ağır ağır ıslanarak battı. İkinci bir lokma daha koparıp gözlerini ciddiyetle kıstı. Feza'sını kim almıştı ondan ya? Onları ayıran bu hain kaderse eğer olmaz olsundu! İkinci lokma, Feza'nın tabağına çarpıp masaya düştü. Püüü... Bu da olmamıştı. Üfff, Feza! Ne vardı aranıza görünmez duvarlar örecek -iki adam birbirine baktı bir an için-, aşılmaz mesafeler koyacak -Deniz boğazını temizledi-, yabancılar alacak? Gönül rahatlığıyla sevemeyeceksem eğer seni, sen neden Feza'sın? Yadsı adını! O-hoooo... Bilge but Shakespeare* çevrimiçiydi. Elini gürültüyle masaya vurdu: "Sen beni sevmiyor musun Feza?"
-"Hı? Ne? Ne oldu?"
Yumrukla uyanan Feza başını kaldırıp hayretle kadına baktı. "Heeee..." Ardından esnemesini elinin tersiyle kapatarak "Sevmez olur muyum hiç sünger?" diye sordu. Aferin. Seveceksin tabii! "Seni sevmeyen ölsün." Hiiih... Ölmesin, yazık! "Ölsün, ölsün."
Bilge hakem olarak seçtiği Freya'nın kolunu çekiştirdi. Başını itiraz edercesine iki yana sallayıp "Söyle, ölmesin!" diye sızlandı. "Ölmesin kimse Freya!"
Freya kadının dramatik çıkışlarına son derece alışık olduğundan belki de, durumu yadırgamadan kadının çorbasına ekmek doğramaya başladı. Bir yandan da isyanını sakin bir tavırla "Sen çorbanı iç güzelim," diye bastırdı. "Ben bu meseleyi Feza'yla istişare edeceğim." Ölmeyecekler ama? "Asla!" Söz mü? "Ayıp ediyorsun sünger." Doğradığı ekmekleri iyice ıslansınlar diye kaşıkla çorbanın derinlerine batırdı. "Sen bana güvenmiyor musun?" Yooo... Ediz kadının tepkisine istemsizce güldü. Güvenmiyor muydu sahi? Bilge başını iki yana sallayarak güvenmediğini söyleyince gülümsemesi daha da genişledi. Adam son on dakikadır ya bir anını kaçırırsa diye korkusundan gözünü bile kırpmadan kadını izliyordu. Duvarlarını indirmiş bu kadını ilk kez görüyordu. Hatta sanırım ilk kez bir kadını böyle, duvarlarını indirmiş, kabuklarını soymuş, çırılçıplak bir halde görüyordu. Sanki ruhu, kadının ruhuna bakıyordu. Onunla tanışıyor, onunla kaynaşıyordu. Freya gülümsemesinin kıyısını ısırıp kadına "Seni küçük, hain sünger!" diye sataştı. Çaktırmadan elindeki kaşığı Ediz'e uzatmıştı. Adam kaşığı alıp yüzeyde kalmış bir-iki ekmeği daha çorbaya batırırken bakışları hala Bilge'nin üzerindeydi. Bu sırada Freya alayla tek kaşını havalandırıp "Güvenmiyorsun yani?" diye sordu. Yooo... "O zaman ne diye beni hakem seçtin acaba?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Freya
RomantizmBir kez ayrılınca ilişki bitmiş sayılır mı, yoksa emin olmak için birkaç kez daha mı ayrılmak gerekir? Ayrılmayı başaramayan ama bir arada da kalamayan; yarım akıllı bir oyuncu ile sıkıcı bir çevirmenin ayrılık hikayesi bu... Ya da bir barışma hikay...