Bölüm 56: "Schrödinger'in Kalbi"

647 86 5
                                    

Not: "Varolmayan Ev" bölümünü okumuş muydunuz?

Güneşli bir Mart günüydü. Uzun, soğuk, yağmurlu havalardan sonra ilk kez çimler üzerilerinde uzanılacak kadar kurumuş; o kalın paltolar yerlerini baharlık ceketlere bırakmıştı. Tatlı bir bahar havası vardı. Mart'ın son haftasında vuracak olan o soğuk dalgadan önceki sıcaklık serdikleri pembe çiçekleri olan keten bir örtünün üzerine yayılmış üç arkadaşı tatlı tatlı ısıtıyordu. Yürüyüşün üzerinden iki, Freya'nın bu parkta verdiği sessiz partinin üzerinden ise yalnızca bir hafta geçmişti. Zamanın olağan akışına dönmüşler, Yiğit ağlayarak özür dilediği bir Instagram hikayesi atmış ve buna rağmen ait olduğuna can-ı gönülden inandığı cemiyeti tarafından uzaklaştırılmıştı. Freya 'oh olsun!' diyecek biri değildi, dememişti de. Ona kalsa bunların hiçbirinin yaşanmamış olmasını dilerdi. O korkunç günlerden kalma küflü yaralarının hiç var olmamasını, 'kapıma dayanır mı?' korkusunu hiç tatmamış olmayı dilerdi. Yine de bitmişti. Sesi en sonunda duyulabilir olduğunda içindeki o son öfkeyi sessiz bir dansla herkese anlatmıştı. Bitmişti. Aradığı adaleti bulan herkesin derin nefesi vardı içinde. Bir haftadır yüzündeki gülümseme bir an olsun silinmemiş, gündüz vakti içecek kadar hiç üzülmemişti. Sokaktaki bakışlar azaldıkça, ağzına dayanan mikrofonlar uzaklaştıkça Freya da hayatın normal akışına kapılıp gitmişti. Özgür bir balık gibiydi. Irmaklar, denizler, okyanuslar... Her yer onundu. Yeni maceralar arıyordu, yeni anılar biriktiriyordu. Bitmişti. Artık korkmuyordu. Daha cesurdu. Gökteki yıldızların en parlak olanıydı. Daha aydınlıktı.

-"Şeyden haberiniz var mı?"

Feza'nın uzaktan gelen sesiyle gözlerini araladı. Kapılıp gittiği kuş seslerine, geriden gelen müziğin sesi de eklendi. İnsan kahkahaları, koşuşturup duran köpeklerin heyecanı, yürüyüşe çıkmış insanların o tatlı telaşı bir anda gerçeğe döndü. Kendi içindeki o huzurlu kutudan çıkıp elindeki kadehi çimlerin üzerine bıraktı. Yüzünden sakin bir gülümseme geçerken anlamazdan gelerek "Neyden?" diye sordu.

-"Şeyden işte..."

-"Bebeğim sen hep böyle mi konuşursun?"

Bilge ağzındakileri püskürterek gülünce Feza kapkara bir bakış attı kadına. Şeyden. Ege'den demek istiyordu. Adamın iki haftadır Feza'dan kaçtığını herkes biliyordu. Belki de kaçarsa kovalanacağını sanıyordu adam ya da sadece kadına alan tanıyordu. O karaktersiz herif kapısına dayandığından beridir kadın için yolunda gitmeyen şeyler vardı. Belki de yara bandı olamayacağını, hala başkasını seven bir kadına zorla kendini sevdiremeyeceğini düşünüyordu. Ege'nin yanıldığı şey Feza'nın onu sevmediğini sanmasıydı. Feza da aynı konuda yanılıyordu. Yine de Freya bu konuda yorum yapmaktan özenle kaçınıyordu.

-"Neden anlamazdan geliyorsun?"

Şey diyordu işte Feza! Şey demesi yetmiyor muydu? Kuzeni bezgin bir çocuk gibi yanaklarını kocaman şişirip gözlerini ona diktiğinde koca bir üzüm salkımını ağzına atmakla meşguldü.

-"İstersen bir de kodlamayı dene?"

Şey diyordu bacım şey. Şeyin nesini kodlayacaktı sana? Freya oralı bile olmayınca Feza pes ederek güç duyulur bir sesle "Ege," diye fısıldadı. "Ege'yi kastediyorum." Freya kaşlarını havalandırıp elini kulağının arkasına dayadı ve yattığı yerde hafifçe ona doğru eğildi. Efendim? Kim demişti? Feza ona doğru eğilerek daha yüksek bir sesle "O üzümler boğazında kalsın," diye homurdandı. İyi. Freya ilgisizce bir kez daha omuz silkince "Bana bak Freyamou," dedi tehditkar bir tavırla. "Bana hanımefendi çizgimi bozdurma!"

-"Çizgi? Nokta demek istedin sanırım." Bilge'nin önünde duran tabaktan aşırdığı zeytinlerden birini iştahla ağzına attı. "Ayrıca çocuk işinde gücünde." Devam etmesini bekleyen kadına gözlerini devirip "Merak eden arar," diye mırıldandı. "Telefon denen icat çok işe yarıyor."

FreyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin