2

3.3K 237 110
                                    

Ağlayamamak korkunç bir şeydi. Rhya haykırmak, bağırmak, hıçkırarak ağlamak istedi ama gözünden bir damla ile yaş süzülemedi. Perses şaşkınlıkla eline bakıyordu. Askerler öne atılıp adamın elini sardılar ama teni çok kötü bir şekilde yanmıştı. Adam Rhya'ya bakıyordu. "Beklediğimden daha fazlasısın." Eli sarıldıktan sonra geri çekildi, Rhya'ya son kez baktı ve odadan çıktı.

Annesi ona bunu yapmazdı. Rhya tüm bunları anlayamıyordu. Annesini en son gördüğü anı hatırladı. Rhya gül toplamaya gitmişti. Geldiğinde annesi ona sarılmıştı, sonra da onu çimlerin üzerine yatırmıştı ve hançerini onun karnına saplamıştı. Rhya ağlamış, yalvarmıştı ama annesi onu duymamıştı. Rhya etrafını saran karanlığı hatırladı. Nefesinin kesilmesini, huzuru ve sessizliği. Peki şimdi nasıl buradaydı? Eğer annesi onu kurban ettiyse, şu an nasıl hayattaydı? Nasıl nefes alıyordu, bilmiyordu. Uyumaya çalıştı ama gözlerini ne zaman kapatsa annesinin masmavi gözlerini hatırlıyordu. Neler olduğunu bir türlü oturtamıyordu.

Kapı tekrar açıldığında, çok zaman geçmiş gibiydi. Rhya bu sefer gelenleri tanımıyordu ama Kral Perses orada değildi. İçeri bir yığın adam girdi. Adamların hepsinde kalın, tüylü eldivenler vardı ve hepsi ağır zırhlar içindeydiler. Adamlar korkuyorlardı. Rhya onların duygularını hissedebiliyordu ve bu ürkütücüydü. İki adam yanına yaklaştığında, Rhya onların zihinlerinden neler geçtiğini anlayabildi ve bu, onu şaşkına döndürdü. İki adam hızlıca ayaklarındaki zincirleri çıkarırken, uzun boylu olan bir an önce bu 'işkencenin' bitmesi için dua ediyordu. Kısa boylu ve cılız olan adam, Kral Perses'e lanetler okuyor, burada ölüp giderse karısı ve çocuklarına ne olacağını düşünüyordu. Ellerini yataktan ayırdılar ama iki bileğini önden ağır zincirlerle birleştirdiler.

Ayaklarındaki zincirler çıkarıldığında, Rhya ayağa kalkmalıydı ama bunu yapıp yapamayacağını bilmiyordu. Cılız bacakları titredi, ayaklarını yataktan sarkıttı. İlk başta dengesini kaybedecek gibi oldu ama ayakta durmayı başardı. Ayakta dikilirken, boyunun ne kadar uzun olduğunu fark etti. Odadaki çoğu askerden uzundu. Bedeni zayıf ve çelimsizdi, üstündeki elbise ona fazla boldu ama Rhya'yı en çok şaşkına uğratan şey, saçlarıydı. Beline kadar inen saçları artık altın sarısı değildi. Saçları kar kadar beyazdı. Oysa annesi onun sarı saçlarını her gün güzelce örerdi. Saçları nasıl bu hale gelmişti?

Teni de normal değildi. Hatırladığından daha beyaz bir cildi vardı. İnce uzun parmakları, küçük ayakları vardı. Askerler bir şey söylemeye korkuyorlardı. Rhya odadan çıkmak üzere hareketlendi ama askerler hala korkuyorlardı. İki tanesi Rhya'nın arkasına geçti, birlikte koridora çıktılar. Bu saray eşsizdi. Altın sarısı duvar kaplamaları, tüylü halılar, devasa ve görkemli avizeler. Rhya büyülenmişti. Etrafı gezerken, sarayın içinde bir kişinin bile olmaması tuhaftı. Koridoru tamamladıklarında, Kral Perses'i gördüler. Adamın eli çeşitli kumaşlara sarılmıştı. Sarı saçlarında gösterişli bir taç vardı, kırmızı kıyafetler ve zarif bir pelerin giymişti. Rhya'yı görünce gergince kıpırdandı ama bir şey söylemedi. Rhya onun zihnine erişmek istedi ama bu gücü kendinde bulamadı. Odada askerlerin zihnine, onların eldivenleri kendisine değdiğinde erişebilmişti.

Birisi ona değdiğinde, Rhya onun zihnine girebiliyordu.

Ama Perses'e bundan bahsetmeye niyetli değildi. Perses onun dostu muydu, yoksa düşmanı mı, emin değildi. Emin olana kadar da, onunla bunu konuşmayacaktı. "Nereye gidiyoruz?" diye sordu Rhya, Perses onun önünde yürümeye başlarken. Perses dönüp ona bakmadı ama, adamın içinde büyük bir huzursuzluk vardı. "Yüce Konsey'e." dedi Perses. Rhya'nın hiçbir şey anlamadığını bilmiyor muydu? Rhya bir şey söylememek için dilini ısırdı. Perses büyük, gösterişli bir kapının önüne geldiğinde durdu ve arkasına dönüp Rhya'ya baktı.

SAVAŞ TANRIÇASI • Rhya IHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin