Herkese merhaba! Uzun zamandır buralarda yoktum, sınavın geçmesini bekliyordum biliyorsunuz. Artık geri dönme vakti gelmiiş!
Nasılsınız? Umarım hepiniz iyisinizdir ve ben unutulmamışımdır.
Bu bölüm biraz kısa oldu ama açılış amaçlı kabul edip yıldızcığa basmayı ve Zey'i mutlu etmeyi unutmayın. Bol bol yorum yaparsanız çok sevinirim, kısıtlama koymak istemiyorum ama bu bölüme de fazla yorum gelmezse ne yazık ki bir sınır koymak zorundayım. Her neyse, ben karakterleri fazlasıyla özlemişim. Eğer siz de özlediyseniz okumaya geçebilirsiniz, keyifli okumalaar!
🌠
Ağaçların arasında dans eden gölgeler kendi aralarında bir tartışmaya tutuşmuş, bu huzursuz yangını kimin başlattığını sorguluyordu. Derinlerde bir yerde sıcaklığı giderek etrafa yayan yangın tüm ormana huzursuzluğunu bulaştırarak yayılıyordu ve herkes bilirdi ki ışıktan en çok rahatsız olanlar gölgelerdi.
Hareket etmeden durduğumu hissediyordum, tepki veremiyor ve bedenimi harekete geçiremiyordum. Eğer hareket edebilseydim belimde duran fırlatma bıçaklarından birisi Ares'in sırtına dolanmış ince kolları hedef tahtası yapardı.
Sessizdim ama nabzımın öfkeden delirmiş gibi hızlandığı aşikardı. Öyle ki Ares'in kafası hızla benim bulunduğum yöne döndüğünde kalp atışlarımı duyduğunu anladım. Gözlerimiz birbirine değdiğinde ise kızın kollarından kurtulup bedenini tamamen bana döndürdü ve o sırada Antares'in yaşlarla dolu parlak gözleri beni fark etti. Onda daha önce hiç görmediğim gerçekçi bir hüzün vardı, bu kızla her karşılaşmamızda karşı karşıya gelmiş olmamızdan dolayı onu tanımıyor ve hiç de tuhaf sayılmayacak bir şekilde ona antipati besliyordum.
"Neden buradasın?" Açıklama bekleyen kulaklarım duyduğu soruyu algıladığında kaşlarım şok içinde havaya kalktı.
Ares, yanında onu kaçıran kişilerden birisi yokmuşçasına bir rahatlıkla neden burada olduğumu soruyordu. Tek tuhaf olan benim burada bulunmam mıydı? Belki de hayal görüyordum, gözlerimi kapatacaktım ve tekrar açtığımda o pembe kafalı kız burada olmayacaktı. Bu fikir aptalca olsa da denemekten zarar gelmez düşüncesiyle gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Nabzımın hızlı vuruşları sakinleşti, birkaç saniye bekledim ve yüzümdeki gülümsemeyle birlikte gözlerimi araladım.
İşe yaramamıştı çünkü Ares'in omzunun arkasından gözlerini kırpıştırarak beni izleyen bir çift göz hâlâ yerini koruyordu. "Onun neden burada olduğuna ya da neden sizi sarılırken gördüğüme dair mantıklı bir açıklaman var mı?"
Hemen onu suçlamak bir yana dursun, şu an ona açıklama yapması için fırsat tanıyordum. Sarıldığı kişi bir başkası olsaydı bu kadar canım sıkılmazdı ama o kız kaleye saldırmıştı. Annemi öldürdükleri gün tam karşı safhımızda, Koruyuculara karşı savaşıyordu. Hiçbir mantıklı açıklama onun burada olmasını ya da Ares'in ona sarılmış olma nedenini haklı çıkarmazdı. Fakat Ares'e verdiğim değer mantık çizgimin üzerine bir görünmezlik örtüsü atıyor ve duygularımın mantığımın önüne geçmesini sağlıyordu.
Antares titrek bir sesle konuştuğunda kaslarımın biraz daha gerildiğini hissettim. "Onu suçlama."
Bakışlarımı Ares'ten ayırmadan "Sana soru yöneltmediğim sürece düşüncelerini kendine sakla." dedim. Tüm gerginliğime rağmen sesim sakin çıkmıştı ama altında yatan tehditkar ifade göl üzerine düşen güneş ışıklarının çevreye yansıyışı gibi göz kırpıyordu. "Ares, onun neden burada olduğunu söyleyecek misin artık?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avery: Metanoia
Fantasy- Avery serisinin ikinci kitabıdır. °Tamamlandı. Karanlıktan kurtulmak için önce ona teslim olmalısın. & Düzen değişiyor, bilinenler usulca bilinmezliğe yelken açıyor. Gecenin karanlığı artık gündüzlere de hükmetmeye başlarken ölümler zamana yayılı...