44. Bölüm

855 103 128
                                    

Merhaba, nasılsınız?

Uzun diyebileceğimiz bir bölüm oldu. İkinci kitabın sonuna yaklaşıyoruz. Yine yorum sınırı 80. Bol bol yorum yaparsanız çok mutlu edersiniz beni. Keyifli okumalar!

🌠

Nauru'nun sarayına bir portal açmadan önce yaklaşık iki saatimizi yeni tanıştığımız bu tuhaf dörtlüyle geçirdik. Ares yemeğe hayır diyememişti ben de Mariela'nın içinde bulunduğu durumu çözmek istemiştim.

Ona gölgeyi görebildiğimi ilk söylediğimde yüzünde öyle rahatlamış bir ifade belirdi ki daha öncesinde kimse görmediği için delirdiğini düşünmüş olmalıydı. Gerçekleri anlattım, onun gölgelerden güç aldığını ve Özgürlük Savaşçıları'na bilgi vereceğimi söyledim. Fakat onu savunmasız bırakmaya gönlüm el vermemişti, gitmeden evvel zihnine güçlü bir büyü yaptım. Aynı zamanda onu Akynothra'dan koruyacak görünmez bir ışığı da tepesine hare şeklinde bıraktım, bu büyülü hare onu koruyacaktı.

Bana defalarca teşekkür etti. Evden ayrılmadan önce Eric'e Tilda'nın numarasını verdim ve benim yönlendirdiğimi söylemesini istedim. Kaiden ve Mariela'ya da Kral Albert ile konuşacağıma dair söz verdikten sonra evden çıktım. Ares çoktan çıkmış dışarıda beni bekliyordu, onlarla vedalaşmakta benim kadar zorlanmadı.

Portala girerken Ares sırıtarak arkaya bakıyordu. "Yemek müthişti Bay Nötrino. Tek yeteneğinin hız olmaması çok güzel, aynı zamanda aşçı da olabilirsin."

Ne zaman bu kurdu çok iyi tanıdığımı düşünsem beni şaşırtacak bir söz söylüyor, cümlelerinin arasına tek bir kelime yerleştirip onun hakkında vardığım tüm kanıları yok edebiliyordu. Nötrino'nun ışık hızına yakın hıza sahip olan temel parçacıklardan biri olduğunu ve nükleer reaksiyonlar sonucu ortaya çıktığını ben Tilda sayesinde biliyordum çünkü ne zaman yeni bir bilimsel keşif yapılsa heyecanla gelip bize anlatırdı. Fakat bunu Ares nereden biliyordu? Her konuda ufak da olsa bilgi sahibi olmasından etkilenmemek mümkün değildi.

Eric somurtarak kollarını önünde kavuşturduğunda kıkırdadım. "Yardıma ihtiyacınız olursa Koruyuculara ulaşabilirsiniz."

Onlara el salladığım sırada görüntüleri bulanıklaştı. Ares elimi kavradığında portalın içinde Nauru sarayını hayal ettim. Ağlayan Gök Gölünü, onu saklamayı dilercesine etrafını saran ağaçları ve büyük sarayı. Ares'in elini sıkıca tutarken heyecanlandığımı gizlemeye çalışmadım. Neil'ı özlemiştim, küçük kanatlarını çırparak etrafta uçuşmasını özlemiştim.

Portalın ışıltıları arasından çıktığımız anda gölü karşımda gördüm. Ağaçlar hatırladığım gibi etrafını sarmalıyor, köprü güneşin altında parlıyor ve gölün üzerinde ışık hüzmeleri dolaşıyordu. Saray arkada açık gökyüzüne yükseliyordu.

"İşte bundan bahsediyorum." diyerek başıyla onayladı Ares. "Sonunda hayal ettiğim gibi bir saray. Hava İblisi nerelerde acaba?"

Elini bırakıp göle yaklaştım ancak Dryad Ruhları kendilerini göstermedi. Onları rahatsız etmenin akılsızca olacağını bildiğimden doğruca ahşap köprüye yöneldim. Ares peşimden gelirken etrafı inceliyordu. Köprünün üzerinden geçerek saraya doğru ilerledik.

Nauru buram buram okyanus kokuyordu. Ağaçların üzerinde deniz meltemi dolaşıyordu, toprak her an dalgalanacakmış gibi görünüyordu. Dallarının üzerinde minik deniz kabukları asılı olan birkaç ağacı aştık ve sarayın girişini karşımızda bulduk.

Muhafızlar bizi gördüğünde silahlarına davrandı ancak yanlarına sakince yürüdüğümüzü gördüklerinden sadece silahlarını tehdit edercesine bize doğrultmakla yetindiler. Sağ yandaki katı bir sesle "Adınız nedir?" diye bağırdı. "Buraya nasıl geldiniz?"

Avery: Metanoia Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin