Merhaba! Nasılsınız?
Bu sefer çok konuşup sizi fazla tutmayacağım. Lütfen yorum yapmayı unutmayın. Keyifli okumalar!
🌟
Gecenin soğuk karanlığının arasında fısıltıyı andıran rüzgâr önce yamacın etrafında dolaşıyor ardından ağır ağır denizin diplerine doğru iniyordu. Deniz bu gece sakindi. Ruh halimdeki dalgalanmalardan uzak şekilde bir çarşaf gibi metrelerce aşağıda uzanıyordu. Kendimi buradan bir kez aşağıya bıraktığımda hissettiğim özgürlüğe olan ihtiyacım derimin altından beni yokladı. Bir kez daha rüzgârın bedenimin etrafını sıkıca sarmasını, denize git gide yaklaşırken kalbimin hızlı atışlarını hissetmek istiyordum.Buraya bunun için gelmemiştim. Kafamı çevirip yeni olduğu belirgin olan küçük toprak kabartısına baktığımda hüzün ve öfke her şeyi bastırdı. Anka'nın mezarının üzerinde esen rüzgâr bile ona dokunmaktan kaçınıyordu sanki. Ölü bedeninin varlığını hâlâ toprağın içinde hissedebiliyorken burayı terk etmek çok zordu. Tuhaf bir umutla belki dirilir diye bekliyordum ve bu umut her geçen saniye toprağın altına doğru çekiliyordu.
Buraya benim için geldiğini bir şekilde biliyordum. Muhtemelen önemli bir bilgiyi iletmek adına gelmişti ve daha bana ulaşamadan birisi onu öldürmüştü. Dışarıya çıkmadan önce duyduğum portal sesi de bunu doğruluyordu.
"Buralarda hiç ceset gördün mü? Ölü bir tavşan gibi kokuyor toprak."
Rüzgârdan daha hızlı hareket ettiğini kanıtlarcasına bir anda birkaç adım arkamda beliren bedene dönmeden önce derin bir nefes aldım. Luther ellerini cebine atmış az önce kapattığım küçük mezara bakıyordu. "Burada ne arıyorsun?"
"Senden bir iyilik isteyeceğim. Küçük, gayet makul bir istek." İleri geri sallanırken sırıtışı yüzünü aydınlattı. Sivri dişleri karanlığın içinde birer inci gibi parladı. "Babamı öldürmek için yardımına ihtiyacım var."
"Şu an en çok ihtiyacım olan şey bu tuhaf konuşmaydı." diye alay ettiğimde umursamaz bir tavırla omuz silkti. Anka'nın üzerini örten toprağa son bir kez bakıp iç çekerek yürümeye başladım, Luther'ın yanından geçtiğimde o da topuklarının üzerinde döndü ve benimle birlikte ilerledi. "Nasıl geri geldiğine dair bir fikrin var mı?"
"Hayır ama geldiği deliğe geri dönmesi gerektiğini biliyorum." Karanlığın içinde ilerledik. Luther babasını öldürmek, ah hayır yeniden öldürmek, istediğini dile getirmemiş gibi bir rahatlıkla adımlarını ardı arkasına sıralıyordu. Toprakta bıraktığı izler agresif olmakla beraber korkunun ağırlığını da yanında taşıyordu. Luther korkmazdı. Onun korkuyla tanışık olabileceğini asla düşünmemiştim ama herkesin gizli bir korkusu vardı değil mi? Her canlı bir şeylerden korkardı. "Onun yerini bulabilir misin? Nerede olduğunu öğrenmen benim için yeterli."
"Onu bulmak için bir cadıya ihtiyacın var Luther, bana değil. Ben yer bulma büyülerinin üzerinde fazla durmuyorum. Daha deneyimli bir büyücü gerekiyor." Yan gözle bana baktı ve konuşmayı sürdürmemi bekledi. "Drake ve Flair'a gidebiliriz."
"Bulabilirler mi?" Üzerindeki ceketin yakasını düzeltti. Uçurum kenarından epey uzaklaşmış ve anayola yaklaşmıştık. Gecenin bu saatinde yoldan geçen hiç araba yoktu. Mnestra'nın merkezine doğru kıvrılan yolda ilerledik.
"Sormadan bir yanıt veremem. Gün doğana kadar bekleyebilir misin yoksa kana susadığın bahanesiyle büyücü kardeşlerin kapısına dayanalım mı?"
Luther'ın gülüşü gecenin içine dağıldı. "Yeni gün başlayana kadar sabredebilirim. Seninle büyücülerin evinin önünde buluşalım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avery: Metanoia
Fantasy- Avery serisinin ikinci kitabıdır. °Tamamlandı. Karanlıktan kurtulmak için önce ona teslim olmalısın. & Düzen değişiyor, bilinenler usulca bilinmezliğe yelken açıyor. Gecenin karanlığı artık gündüzlere de hükmetmeye başlarken ölümler zamana yayılı...