Merhabalar! Umarım gününüz güzel geçiyordur.
Bölüme geçmeden önce buraya minik bir duyuru bırakıyorum. Karakterleri merak ettiğinizi, fotoğraflarını görmek istediğinizi biliyorum fakat ne yazık ki bu pek mümkün görünmüyor. Çünkü ben karakterleri herhangi birini düşünerek yazmadım. Hepsi tamamen benim hayal gücümün eseri. Onları kimseyle bağdaştıramıyorum.
Belki ara sıra multideki gibi birkaç karakteri atabilirim ama söylediğim gibi tam anlamıyla uygun gelmiyor bir türlü. Bana kalırsa bir karakterin en güzel hali, siz okuduğunuzda kafanızda canlanan halidir. İyi okumalar🦋
---
İnsan beyni birçok kavrama benzetilmişti şimdiye kadar. Bana bu konuda düşüncem sorulsaydı, insan beyninin uzay boşluğuna benzediğini söylerdim. Erişebildiğimiz yerler yeterince muhteşemken, bir de henüz ulaşamadığımız, bizden çok ötede bulunanları hayal edebiliyor musunuz? Mucizeviydi.
Beynimizi de buna benzetiyordum. Kullanamadığımız, erişme yetimizin dışında bir mucize yatıyordu. Uzay boşluğu kadar derin, düşüncelere sığmayacak efsanevi bir sonsuzluk.
Aynı durum kalbimiz için de geçerliydi. Onun hakkında da birçok düşünce ve terim bulunuyordu. Kalbini çorak araziye benzetenlerden tutun, alevler arasında yaşamaya çalışan bir yer gibi görenine kadar yüzlerce fikir üretilmişti. Bana kalırsa, gerçekliklerle çevrili korkunç dünyada hayatta kalma mücadelesi veren asıl gerçeklikti kalbimiz.
Fakat konu ruha geldiğinde bütün düşüncelerim donuyor, duraksıyordu. Ruh neydi? Bir şekli var mıydı? Herhangi bir kalıba girebilir miydi? Bir ağırlığı var mıydı yoksa masal kitaplarında yazıldığı gibi şeffaf bir hava akımından mı ibaretti?
Bizi ayakta tutan, yaşamamızı asıl sağlayan ruh, tam olarak neydi kimse bilmiyordu. Aklımızın alamadığı, gerçekliğinin bile kanıtı net olmayan ruhu, Ares parmaklarının ucundan sarkan iplerle bir kuklaymışcasına oynatıyordu. Bunu nasıl yapabildiğini sürekli sorgulamış ve bir sonuca ulaşamamıştım.
Annem, sürekli her şeyi sorguluyor olmamdan rahatsız olurdu. Ona göre biraz da akışa göre yaşamamız gerekiyordu. Babam onun aksine bundan rahatsız olmazdı, hatta bu özelliğim hoşuna bile giderdi. Sorgulamak, insanın zihnini zinde tutardı.
Zihnimdeki karmaşıklığı çözmek için sürekli sorgulardım. Bu sıra sorgularımın asıl sebebi ise Ares idi.
Elimdeki kağıdı buruşturup yere atarken omuzlarım aşağıya düştü kabullenmişlikle. Öfkeliydim. Ona zarar gelmesini istemiyordum ve bunu bildiği halde gizlice gitmişti. Bana ihtiyacı vardı. Nauru denizinin derinliklerine bensiz inmesinin imkanı yoktu, bunu anlamıyor muydu?
Çadırdan hışımla çıktığımda, aceleci adımlarla buraya yaklaşan Flair yüzümü gördü ve adımları yavaşladı. Telefonu tutan eli aşağıya düşerken "Yalnız gitmiş." diye şaşkınca fısıldadı.
Gözlerim öfkenin etkisiyle kısılsa da sesimi çıkarmadım. Flair telefonunu siyah pantolonunun cebine sıkıştırdı. "Az önce Henry ile konuştum. Ares ona bir ateş mektubu yollamış. Ölmesi durumunda liderliği ona bıraktığına dair imzalı bir mektup. Bu sabah mektubu bulmuşlar."
"Onun peşinden gitmem gerekiyor." diye söylendiğimde yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluştu. "Henry onu kokusundan takip etmeyi denemiş ama başarısız olmuş. Lider kendini gizleyebilir, sende biliyorsun."
"Kurtlar bunu halledememiş olabilir. Ama büyücüler bir yolunu bulur." dedim ve etrafta uyanmaya başlayan İsyancıları gösterdim. "Hadi ama! Birisi çözüm yolu bulacaktır. Burada bekleyecek değilim. Ares'i bulmam gerekiyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avery: Metanoia
Fantasy- Avery serisinin ikinci kitabıdır. °Tamamlandı. Karanlıktan kurtulmak için önce ona teslim olmalısın. & Düzen değişiyor, bilinenler usulca bilinmezliğe yelken açıyor. Gecenin karanlığı artık gündüzlere de hükmetmeye başlarken ölümler zamana yayılı...