40. Bölüm

699 127 75
                                    

Merhaba,
Nasılsınız?

Biliyorsunuz bugüne kadar hiç yorum konusunda sizi zorlamadım ve sadece rica ettim. Ama yorum sayıları giderek düşüyor. Yeni bölüm, yorum sayısı elliyi geçtiğinde gelecek. Keyifli okumalar 💘

🌠

Hiçbir zaman diliminde düşmanlarımın gözyaşlarına üzüleceğimi düşünmezdim çünkü onlar benden her şeyimi alıyorlardı. Onlar beni yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Ne merhametimi ne de acımamı hak ediyorlardı.

Fakat yedi katlı terk edilmiş o binaya girdiğimde işlerin değişeceğini hissetmiştim. Ares bir şekilde yanımda gelmek için beni ikna etmiş, dışarısını kollayacağını söylemişti. Ne olursa olsun binaya girmeyeceğine dair ondan benim üzerime yemin etmesini istediğimde durumun ciddiyetini kavrayabildi. Beş dakikamı onu ikna etmeye harcadım ve en sonunda ona son defa sarılıp binaya girdim.

İçeride kimse yoktu, adım sesleri yalnızca bana aitti. Enerjisini hissettiğim tek kişi de altıncı kattaydı, varlığı öyle yoğun bir şekilde kendini belli ediyordu ki hiçbir katta oyalanmadan direkt onun bulunduğu kata çıktım.

Odanın birinden yansıyan o soğuk pembe ışık koridora taşıyordu. Girişte durup da içeriye baktığımda dizlerinin üzerine çökmüş, elleri zincire vurulmuş kızı gördüğümde kaşlarım çatıldı. Zincirler yere sabitlenmişti, ışıltılı gözlerinden yaşlar akıyordu ve saçları adeta parlıyordu. Teninin etrafında şeffaf bir güç bariyeri oluşmuştu.

Beni gördüğünde hiç hali kalmamış gibi yalnızca baktı. İç çekişleri ilk defa onun rol yapmadığını bana gösteriyordu çünkü bedenini terk etmeye çalışan ruhunu bir şekilde hissediyordum. Ölüyordu. Acı içinde ölüyordu.

İstediğim bu değil miydi zaten? Neden bu haline üzülüyordum? O bir yalancı olmanın da ötesinde en büyük düşmanlarımın yoldaşıydı. Arkadaşlarımı öldürmüş, Ares'i kandırmalarına yardımcı olmuştu. Yaptıklarının sonuçları onun ruhunu acı içinde kıvrandırıyordu.

"Kim zincirledi seni?" diye sorarken ışığın içine doğru adımladım. Sıcaklık her yandaydı, bir esinti gibi tenimi okşuyordu. Tek fark bu kavurucu bir esintiydi ve bir süre sonra can yakıyordu.

"Neden geldin buraya aptal Koruyucu?" Hıçkırıklarının arasından konuşmaya çalışırken nefessiz kaldı ve çığlık atmamak için direndiğini gördüm. "Biraz sonra olacakları görmek istemiyorsan git buradan!"

"Onlara hizmet ettin. Belki de ömrün boyunca tek yaptığın buydu ve aldığın karşılığa bir bak." Tam önünde durduğumda kafasını kaldırıp yüzüme baktı. Acı içinde yüzünü buruştururken bunları duymaktan rahatsız olduğunu anladım. "Öleceğini bile bile seni buraya zincirlediler ve bir başına mı bıraktılar?"

"Zaten ölecektim!" diye bağırdığında yüzü öfkeyle gerilmişti. Zincirleri çekiştirirken sesli bir şekilde ağlamaya başladı. "Bu benim son görevim anlamıyor musun? Az sonra bedenim aşırı güçten patlayacak ve benimle birlikte düşmanlarım da yok olacak! Hepsini öldüreceğim! Akhyls benimle gurur duyacak!"

Önünde tıpkı onun gibi diz çöktüm ve bu haline acıyarak bakmaktan kendimi alamadım. Acı onu ölüme sürüklerken bile Akhyls'i düşünüyordu. "Düşmanın olarak gördüğün insanlar dostlarının yaptığını yapıp seni bu şekilde zincire vururlar ve terk ederler miydi merak ediyorum."

Teni daha da parladı, yüzündeki derinin yırtılmaya başladığını gördüğümde kalbimin içinde küçük bir merhamet dalgası belirdi. Yırtılan derisinin bıraktığı çatlaklardan ışık sızıyordu. Kulakları sağır edecek çığlıkları tüm binayı yerinden oynattı. "Kaçsana!" diye bir bağırış kopardığında sağ gözünün altında toplanan gözyaşları süzüldü ve çizdikleri yol da çatladı.

Avery: Metanoia Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin