Episode 26

2.6K 246 57
                                    

Hayatımın rayında gittiği pek görülmüş şey değildi.

Küçüklüğüm kalabalık bir ailede geçmişti. Abilerim beta veya alfa olduklarından onlar için sorun yoktu tabii. Rahatlıkla iş bulabiliyorlar ve annemize destek oluyorlardı. Babam, o zamanlar henüz savaştaydı. Gerçi savaştan döndükten sonra da tekerlekli sandalyeye mahkum kaldığından aileye maddi bir destekte bulunamıyordu.

İşte okuldan uzaklaşıp daha çok para kazanma hevesim o zaman başlamıştı. Her işte çalışabilirdim. Güçsüzlüğüme ve yeteneksizliğime aldırmadan her türlü ağır işin altına girebilirdim. Ki denemiştim de fakat hor görülüyordum. Kimse bir omegaya iş vermek istemiyordu. Kendilerine göre haklılık payları da vardı zira.

Ben de bir gün gördüğüm bir sokak cambazından bir iki hile öğrendim. El çabukluğu, ilizyon, kandırmaca gibi şeylerdi çoğunlukla. Biraz orda burda bu işi yaptım. Fazla kazandırmıyordu. Bu sebeple de kafamın tepesinin attığı bir gün zengin bir adamdan bir saat çaldım. Sattım, ve daha çok çaldım.

Çaldığım için de hiçbir zaman pişmanlık duymadım.

Abimlerimin savaşa gitmeleri derken zaten bütün maddi gelir sadece benim ve annemin omuzlarına kalmıştı. Annem elinde dokuduğu birkaç işlemeyi satıyordu. Az kazanıyordu. Küçük kız kardeşim eli iş tutacak yaşa geldiğinden o da öğrenmişti bir iki dantel işi. Ve bir terazinin yanında çalışmaya başlamıştı.

Hayatımız bundan ibaretti işte. Akşam yakacak odunumuz, yiyecek bir parça ekmeğimiz olsun diye didinip dururduk. Yine de mutsuz değildik. Hatırlıyordum da, hep beraber sofraya oturduğumuz o vakitler herkesin yüzü gülerdi.

Özlemiştim.

Çok zaman geçmiş gibi üzerinden, annemi babamı ve kardeşlerimi özlemiştim.

Ellerimdeki kelepleçenin zincirlerini parmaklarımla oynatırken siyah taş zemine gözlerimi dikmiş boş boş bakıyordum. Dudaklarım bir kalemle çizilmiş gibi hareket etmeden mutsuzlukla bükülmüştü. Çatladıklarını ve kurduklarını hissediyordum. Gözlerim de çökmüştü belli ki. Bir haftadır karanlıktan başka bir şey görmeyen gözlerim bulanık görüyordu artık.

Hapsolduğum sessiz taştan yapılma zindan bütün gücümü emmişti sanki. Yemek de yemiyordum. Şaşırtıcı derecede yemekler güzeldi aslında fakat birazcık yesem geri çıkarıyordum.

Başımı kaldırıp demire benzer bir metalden yapılma mıknatıs eli değdiği belli olan parmaklıklar ardındaki şamdana baktım. Alevi arada bir titreşiyor ve etrafı kör topal aydınlatıyordu. Hemen yanında bir tane daha vardı. Kaç tane olduklarını bilmiyordum. Bir kaç kez saymaya çalışmıştım sıkıntıdan fakat zindanın ucu bucağı görünmüyordu.

İlk günler Kuzey vardı yan tarafta. Gözlerimi açtığım an onun sesini duyup önce rahatlamış sonra da beni bırakıp kaçmadığı için onu azarlamıştım. Sonraki saatlerde olduğumuz duruma inat saçma sapan şeylerden konuşmuş ve umutsuzluğa kapılmamaya çalışmıştık.

En sonunda ise Güney, gelmişti.

***

Karanlık ve ıssız mapushanemiz, ikimizin sesinin dışında başka bir ses tarafından dolduruldu. O an Kuzey'le konuşmakta olduğumuz şey her neydiyse unuttum gitti. Bir kaç adım sesi ve anahtar şıngırtısına benzeyen gürültü gittikçe yaklaşıyordu. İkimiz de biliyorduk ki henüz yemek saati gelmemişti.

Ayak sesleri yaklaştıkça tedirginliğim arttı ve sessiz taştan dolayı kullanamadığım güçlerime lanet ettim.

Güney loş karanlığın ortasında, parmaklıkların tam karşısında üç şövalyesiyle birlikte dikildiğinde irkildim. Öyle ki, istemsizce geriye attığım bir adımda bacağım yatağıma demişti, neredeyse düşüyordum.

Gümüş Kraliçe - OmegaverseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin