Episode 2

8.3K 654 167
                                    

Duvarlara daha da yaklaştığımız zaman bunların uzaktan yansıdığı için metal göründüğünü fakat aslında cam olduklarını farkettim.

"Cam değil," dedi Barış ne düşündüğümü tahmin ederek. "Elmas."

Elmas, yıkılmaz duvarlar..

Bakışlarımı duvarlardan zar zor çekip tekrar girişteki gümüş kurtlara baktım. İki adam içeri giren herkesi sorguluyordu. Feromonlarının kokularını almadığımdan onların birer beta olduğunu düşünmüştüm. Tabii söz konusu gümüşlere olunca hiçbir şeyden emin olamazdım.

Barış benden önce adama yaklaşarak kimliğini gösterdi ve adını söyledi. Onu zaten tanıyan adam, sürekli buraya yiyecek getirip götürdüğünden yüzüne aşina olmalıydı, bakışlarını bana çevirdi. Düz ve soğuk bakışları bana değdiğinde irkilmemek için kendimi kasmam gerekmişti.

Adım dudaklarımdan zorlukla döküldü. "Arda Boran." dedim kısk sesle.

"Yardım için geldi." dedi Barış benim yerime hemen. Buraya elimizi kolumuzu sallayarak giremiyorduk. Barış burda tanındığı için onun yardımıyla girebilecektim.

"Bilekler." dedi adam. Başta ne dediğini anlayamadım fakat Barış aşina olarak bileğini uzattığında ben de aynısını yaptım. Adam bileklerimize kırmızı bant bir bileklik taktı bir aletle. Bileklikler anında tenimize ikinci bir deri gibi yapışarak kavramıştı. Kendi başımıza çıkarmamız mümkün değildi. Bizim birer kızıl kan ve omega olduğumuzu gösteriyordu.

İlerleyip içeri girdiğimizde kalabalık çarşı gibi bir yer karşıladı bizi ilk olarak. En ortada büyük bir çeşme vardı. Etrafında bir kaç küçük gümüş kız suyu bükerek oyun oynuyorlardı. Nympalar. Sudan hayvan figürleri yapıp eğleniyorlardı.

İleride bir adam bir çiçeğe dokunduğu an rengarenk açmasını sağlamıştı. Bir yeşertici. Daha takip edemediğim bir çok yeteneğe sahip gümüş kan vardı. Hepsinin de tenleri, altında akan gümüş kanı kanıtlar nitelikte bembeyaz ve sanki ışıldıyordu. Etraf oldukça canlı ve hareketliydi.

Ben ilk defa burda bulunmaktan mütevellit şaşkın şakın etrafıma bakınırken Barış, "Hayat var, öyle değil mi?" dedi.

Başımla tek bir kez onaylayıp kimseye çarpmamaya çalışarak ilerlerken burayla bizim küçük kızıl mahallemizi karşılaştırıyordum. Bizim oralarda yerler topraktı, evler tek katlı ve şanslıysak bacalı olurdu. Burdakiler gibi süslü kıyafetlerimi de yoktu. Alfalar nadiren ve yine şanslılarsa belki biraz daha varlıklı olurlardı fakat benim gibi omegalar için böylesi mümkün bile değildi.

Tek suçumuz bir gümüş kan olarak doğmamak ve yeteneklere sahip olmamaktı.

"Daha önce bir telkiyle hiç karşılaştın mı?" diye sordum kısık sesle Barışa. Telkiler, beni şüphesiz en çok korkutanlardı. Çünkü onlar zihin cerrahlarıydı bana göre, aklınıza girip sizi istediği gibi yönetebiliyorlardı.

"Sanmıyorum, pek fazla değiller. Yalnızca kraliçe, var ki onunla da hiç karşılaşmadım." dedi göz devirerek.

Bu en azından iyiydi. Ve umarım etrafta bir zihin okuyan da olmazdı. Yapacağım şeyi anladıkları zaman birim için hiç iyi olmazdı. Muhtemelen ikimizin de elini keserlerdi.

Etrafa bakınırken ileride birine çarptı gözüm. Diğerlerinden farklıydı. Bir kızıl gibi paspal kıyafetler giymişti fakat duruşu değişikti. Merakla ona bakarken. Boynundaki künyeyi fark ettim. Işıkta parıldayan metalin fazlasıyla değerli olduğu belliydi. Aradığım şeyi bulmuştum işte.

"Barış sen işlerini hallet, yarım saat sonra çeşmenin orda buluşalım." dedim bakışlarımı ilerideki adamdan ayırmadan.

"Dikkatli ol." dedi Barış ve devamını dinlemeden yanından ayrıldım. Hızlı adımlarla caddeyi geçip adama doğru ilerledim. Acaba alfa mıydı yoksa beta mı? Beta olamayacak kadar kalıplıydı fakat feromonlarının kokusunu hala alamıyordum. Bu da beni şüpheye düşürüyordu.

Biraz daha yaklaştığında hala bir kokusunun olmaması bir yana alev gibi kırmızı gözleri daha çok dikkatimi çekmişti. Parlak gözleri siyah kuzgun saçlarıyla birleştiğinde ortaya büyüleyici bir görüntü çıkıyordu. Ama hala bir kızıl mı yoksa gümüş mü olduğu belli olmuyordu. Teni kirliydi.

Yanına kadar yaklaşıp biraz etrafıma bakındım. Bu alan diğer yerlerden daha az kalabalıktı. Bir, ara sokağa dönen köşe başında duruyordu. Elleri ceplerinde gelip geçenleri izliyordu ve beni henüz fark etmemişti ya da umursamamıştı.

Derin bir nefes alıp sanki ara sokağa girecekmişim gibi yaparak omzuna çarptım kendime göre sertçe. Omzum acımıştı ama bedenim ona göre küçücük olduğundan sarsılmamıştı bile. Fakat buna gerek yoktu, dikkati dağıldığı an el çabukluğuyla boynundaki künyenin değerli ucunu çıkarıp avucuma sıkıştırmıştım.

Başımı kaldırıp, "Pardon." dediğim an göz göze geldik. Avucumda sımsıkı tuttuğum künye neredeyse derimi kesiyordu. Yakıcı bir madde tutuyormuş gibi temkinliydim.

Bakışlarından çekinerek gözlerimi zar zor ayırıp kendimi toparlayarak bir an önce burdan uzaklaşmak için ara sokağa doğru yöneldim. Bir kaç adım atmıştım daha yeni, fakat durmak zorunda kaldım.

"Küçük hırsız omega." diye duyabileceğim şekilde arkamdan seslendi. Olduğum yerde çivilenmiş gibi kalakaldım. Bu kadar hızlı fark etmesi imkansız diyordum içimden.

Belki de kaçmam gerekti fakat nereye kadar kaçabilirdim ki. Her yer gümüş doluydu. Ve bu adamın yeteneğini bile bilmiyordum. Bu kadar heybetli olduğuna göre belki de güçlükol olan bir betaydı. Eğer öyleyse çil parmağıyla bile tüm kemiklerimi kırabilirdi. Yutkunup ürkek bakışlarla tekrar adama döndüm.

Bakışları ilgili ve beklediğimin aksine yumuşak bir şekilde beni izliyordu. Kırmızı gözleri usul usul kapanıp açıldıktan sonra açtığım mesafeyi tek adımda kapatarak yanıma kadar geldi.

"Lütfen.." dedim çaresizce. Ne diyeceğimi bile bilmiyordum. Dilim tutulmuştu sanki. "Lütfen bırakın gideyim." titreyen ellerimle avucumdaki kolyeyi ona uzatmıştım.

Kolye ucuna bakıp avucumdan çekip aldı. Sonra ben avucumu çekemeden yerine büyükçe bir elmas bıraktı. Gözlerim şokla açıldığında, "Kolye benim için değerli." dedi tok sesiyle. "Bu daha çok para eder." Bir süre benim bir şey söylememi bekledi fakat konuşamayacağımı anladığında devam etti. "Neden çalıyorsun?" diye sordu merakla.

Bakışlarımı elimdeki elmasdan çekip anında ona çevirdiğimde, "Bir gümüş müsün yoksa kızıl mı?" diye sordum. Paspal kıyafetlerinin altından böyle bir elmas çıkmış olması belki de benim gibi olduğunu gösterirdi, bilmiyordum.

"Bunun sorumla ne alakası var?" dedi yine oldukça meraklı bir şekilde.

"Sorduğuna göre bir gümüş olmalısın." dedim istemsiz bir şekilde kelimelerime yansıyan öfkeyle. "Dışarıda buradaki şatafat ve zenginlik yok. Üstelik siz burda kıçınızı rahatça yayabileceksiniz diye bizim insanlarımız ölüyorlar. Bir hiç için. Sonu gelmeyen lanet bir savaş için." dedim sinirle. "Savaştan kurtulmak için paraya ihtiyacım var."

Bir süre beni izledi ve sonra bakışları şefkatle yumuşadı. Kızıl gözlerindeki bu yumuşaklık tenimi karıncalandırmıştı sanki. Karnıma yumruk yemişim gibi kasıldım.

"Adın ne omega?" dedi sakince.

Kaşlarım çatıldı fakat geri adım atmadım. "Arda Boran." dedim başımı dik tutarak.

"Memnun oldum." dedi yine sakin sesiyle. "Ben de Kuzey." Kaşlarımı kaldırdım, "Gümüşlerden nefret ediyor olmalısın."

"Çok sebebim var." dedim.

Kısık sesle güldü cevabıma. Dalga geçer gibi değil de yumuşak bir gülüştü. "Omegaların savaşı sevmemesini anlayabiliyorum. Korkuyor olmalısın." dedi

"Bunun korkmakla alakası yok. Korkak olsaydım bir gümüşten çalmaya çalışmazdım." dedim küçümsercesine. "Sadece bu ayrımcılığa tahammül edemiyorum. Bize hiçbir getirisi olmayan bu gereksiz savaş için şehit olan insanlarım adına sizden nefret ediyorum."

"Askere gitmek istemiyorsan sarayda çalışabilirsin. İster misin?" dedi.

Alayla güldüm. "Nasıl olacak o?" Kendini ne sanıyordu bu aptal gümüş beta?

"Bir tanıdığım var sarayda. Benden haber bekle, Sana mektup yollayacağım" dedi ve cevap vermemi beklemeden etrafa hzılı bir bakış atıp, başına hırkasının şapkasını geçirerek arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı.

Gümüş Kraliçe - OmegaverseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin