Vazgeçmek : دست برداشتن ازNeden insanların beni sevmesini sağlayamıyorum bilmiyorum. Sanırım doğduğumda bende bir sorun vardı.
نمی دانم چرا نمی توانم کاری کنم که مردم مرا دوست داشته باشند. فکر می کنم وقتی به دنیا آمدم مشکلی داشتم
*
Kolları arasında gülüp ağlamaktan bir hal olan kadını teselli edemeyen yaşlı kadın bu kargaşada ona nasıl ikiz bebek beklediğini söyleyeceğini şaşırmıştı.
Uyku ile uyanıklık aradı bir sarhoşlukla eve girdi Ezo. Dizleri titriyor, ağzı duyduğu sözcüklerin gerçekliğini sorgulamak ister gibi tekrar tekrar açılıp kapanıyordu. Elini henüz şişmemiş karnına götürüp varlığından yeni haberdar olduğu bebeğini hissetmek istese de buna hakkı yokmuş ya da birileri bunu anlarmış gibi hissettiğinden sıkılı bir yunruk halini almış şekilde eteğine sarmıştı.
Nasıl demeliydi bunu Mustafa'ya? Evdekileri geçmişti. Çünkü Haşmet bey ve annesinin buna çok mutlu olacağını zaten biliyordu. Miniği de kocasıyla konuşup ortak bir yol bulmadan zaten konuşulmayacağı için düşünmesi gereken bir yerde değildi. Şimdi en büyük sorunu Mustafa'ya bunu nasıl söyleyeceğiydi. Çok istemişti öncesinden. Bizim de bir bebemiz olmasın mı demişti her seferinde. Olsundu tabi ama olmuyordu ki bebeleri ya da Ezo kendini kısır masalına ip kadar kaptırmıştı ki gerçekten olmayacağına çok fazla inanmıştı. Ama şimdi içinde bir canlı vardı. Aylar sonra kucağına alacağı acıktığında ağlayan altına ettiğinde evi kokutacak ama en önemlisi ona anne diyecek bir canlı. Ondan ve Mustafa'dan bir parça olan canlı.
Evdekilerin görünürde olmamasından güç alarak elini götürmek için yanıp tutuştuğu karnına bıraktı. Okşadı usul usul. Oradaydı. Onu kimsesizliğinden sıyıran varlığı. Güler ağlar arası bir hıçkırık koptu yine dudaklarından. Oysaki ne çok direnmişti eve gelene kadar. Ağlayıp belli etmeyecekti hiçbir şeyi. Akşam olunca verecekti müjdeyi kocasına. Dudaklarını hiç acımadan ısırdı. Durmalıydı. Yoksa anlaşılacaktı halinden. Henüz neden soğuk davrandığını anlamadığı kocasına söylememişken başkası duysun anlasın istemiyordu. Bir sorun vardı ve Ezo onu konuşup çözünce ağlayarak söyleyecekti müjdesini.
Ah. O kadar çok beklemişti ki bu bebeyi. Yaşadığı ve yaşattığı onca şeye rağmen bencilce istemişti hep. Bir canın yok olup gidişi bile anne olma isteğini söküp alamamıştı içinden. Belki o saman anne olabilse bunlar yaşanmayacaktı. Ya da kucağında bebesiyle bunca şeyi tekrar tekrar yaşayacaktı ve o zaman masum sabi kendisi kadar yıpranacak belki de dayanamayacaktı. Düşüncesi bile titretti Ezoyu. Her işte bir hayır vardır dedikleri kısım buydu işte. Kucağında bebeğiyle rezil olacağına kucağı boş rezil olmak daha iyiydi. Kocasının kaybıyla yitirdiği aklı ne o bebeye annelik yaptırırdı ne de annesinin kokusunu alamadan annesiz kalmış miniğine şifa olabilirdi.
Vardı her işte bir hayır. Olanla ölmüşe çare yoktu sadece. Mevsimler geçiyor takvimler yapraklardan birer sayfa eksiltiyordu. Ama acılar ve kayıplar hep olduğu yerde kalıyordu. Ne gideni geri getirebilirdi pişmanlık ne de yeni mucizelerin gelmesini engellemeye. Bir karar aldı o an Ezo. Geçmişi bırakıyordu. Azad ediyordu vicdan azabından kendini. İbrahimin ölümünden o da sorumluydu elbet ama karnındaki bebeğin sorumluluğu daha büyüktü. Ona iyi bir anne olmalıydı. Ağlayarak dizlerini döverek yaşanılanı yaşanmamış sayamıyordu. Turna da vardı hem. Evet ona anne olmaya çalışmıştı hep ama nedense anne olmaya layık görmediği için kendini hep bir eksiklik vardı aralarında. Onun için canını verirdi yapamayacağı şey yoktu lakin mevzu başkaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~ŞÛRÎDE~
General Fiction"Dokunma bana! Dokunma!". "Dokunacağım! Kocam değil misin!". "Değilim! Hiç bir şeyin değilim senin. Anlamadın mı bunu hala?". Ezo duyduklarına aldırmayıp İbrahim'in dudaklarına açlıkla saldırdı. Isırıyor, yalıyor, çekiştiriyordu. İbrahim'in onu itme...