BÖLÜM 16 (کودک )

26K 1.4K 212
                                    

Bebek: کودک

Sanki, asla gerçekleşmeyeceğini bildiğim bir şey bekler gibiydim

مثل این بود که منتظر چیزی بودم که می دانستم هرگز اتفاق نخواهد افتاد.
*

İbrahim'in ölümünün kırkı çıktığında hancı konağında büyük bir mevlüt verildi. Haşmet ağa büyük oğlunun büyük günah işlediğini düşünüyordu. İntihar herkes gibi onun gözünde de affedilmezdi. Diğer dünya da en azından yükü hafiflesin diye oğlu için mevlit vermişti. Hem kendi köyünde hemde civar köylerde ne kadar fakir fukara gariban aç varsa haber salmıştı. Haşmet ağa çatlayana kadar yemek verecekti onlara.

Duyup gelmişti herkes. Fakir olsun olmasın ne kadar köylü varsa hepsi köyün en büyük evine toplanmıştı. Dedikoducu kadınlar bu günde bile ortalıkta görünmeyen acılı eşi çekiştiriyorken kimisi de karnı burnunda gelinin her şeye koşturursa eninde sonunda çocuğa bir şey olacağını konuşuyordu.

Söylentiler kırkıncı günde bile gözyaşı dinmeyen Sultan kadının kulağına kadar gitmişti. İnsanların kötü kalbine hayret ediyordu. Mum gibi eriyip giden gelinini bir tek o mu görüyordu? Zavallı Ezo ne bir lokma yemek yiyor ne de odasından çıkıyordu. O günden sonra kimseyle tek kelime ettiği yoktu. Geceleri ağlıyor sesi kaç oda öteden onun odasının duvarlarını aşarak kulağına doluyordu. Rüzgar esse düşüp yere çakılacak kadar zayıftı. Göz altları kopkoyu halkalar ile çevrelenmişti. Gözünün feri sönmüştü. Ama insanlar hala ortalıkta görünmemesini konuşyordu.

Ezo ortalıkta görünüp ne yapacaktı? Onların sahte yaşlarını mı silecekti? Samimiyetsiz ağıtlarına mı ah diyecekti? Yoksa iki yüzlülüklerine mi bakacaktı? Ne istiyorlardı Ezodan? Zavallı gelini ne yaparsa artık toplum vicdanında aklanacaktı? Ne yapması gerekiyordu bunun için? O da mı atmalıydı kendini dereden. Ya da bir ağaç dalına sallandırırdı incecik bedenini.

Aklı almıyordu bu insanları. Öyle anlarda hepsini tutup yüzlerine tükürmek sonra da evinden kovmak istiyordu ama yapamazdı bunun o da farkındaydı. Ah bir yapabilseydi. Ah bir ağızlarının payını verebilseydi. O zaman gerçekten oğlunun ölümüne bu denli üzülmeyecekti belki de.

Mevlid-i okunmuş millet yemeğini yerken iki üç kadın ötede oturan birinin sizleri kulaktan kulağa dolanmaya başladı.

"Celal efendi bugün dayanır diyorlar kapıya. Kızını başlık parasına köylüsü Musa'ya vermiş. Musa alacam Ezoyu diye dolanıyormuş".

Sultan kadın daha evvelinde de duyduğu sözler olduğu için pek şaşırmadı ama birtakım kişiler ellerini dizlerine vurmuşlardı bile.

"Ee. Yazık kıza. Gencecik daha. Belki bu defa bebesi olurda yüzü güler garibanın".

"Nasıl bebesi olacakmış? Kısır diyorlar ya Ezo için".

"Hiç mi duymadın kız? Sorun İbrahim'deymiş ya... ondan sebeb atmış kendini dereye".

"Bende duydum valla. Dayanamıyorum demiş atmış kedini".

"Kardeşi de dediydi zaten. Sorun Ezo da değil rahmetlideymiş".

Sultan kadın sinirden sıktığı dişlerini neredeyse kıracaktı. Oğlunun anısına saygısızlık olmasın diye susuyordu ama gözleri kızarmıştı. Gözyaşları artık acısından değil sinirindendi.

Köylüler yemeğini yemiş bir kere daha baş sağlığı dilemiş evlerine çekilmişlerdi. Iraz hamileliğinin altıncı ayına giriyordu. Gün içinde yaptığı işler ve duydukları onu çok yıpratmıştı. Severdi İbrahim'i. İyi adamdı. Olmayan abisi yerine koymuştu zamanla onu. Evlendiği günden beri güler güzünü hiç eksik etmemişti ona karşı.

~ŞÛRÎDE~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin