Lera'nın Anlatımından
"Gerçekleri boyamak gerekmez, renkleri hiçbir zaman solmaz çünkü."
-William ShakespeareAşağı, yukarı. Sağa ve sola.
Elimdeki fırça duvara her sürttüğünde çıkan tuhaf ses kulaklarımı tırmalasa da sanki elim bana ait değilmiş gibi verilen görevi yapıyordu. Bembeyaz duvardaki kırmızı lekeyi, yine aynı renkle kapatmaya çalışıyordum.
Burada yiyip içmemiz artık canlarını sıkmış olacak ki bizi çalıştırmaya da başlamışlardı. Sanki burada bizim için her şey çok kolay gibi bir de normalde uyumamız gereken bir saatte, kapının önünde dikilen adamın gözetiminde duvar boyuyorduk.
Beyaz boya, duvardaki lekenin üstünü kapatacak kadar güçlüydü. Keşke benim zihnim de öyle olsaydı diye düşünmeden edemiyordum.
Her şeyin üstünü mavi bir boyayla örtseydi, izi bile kalmasaydı ve ben rahat bir nefes alsaydım.
Ne dilediğine dikkat et, gerçekten her şeyin üstü örtülsün mü isterdin?
Tilkilerimin benimle konuşmasına alışmış olmam gibi sürekli benden farklı düşünen bir Lera'ya da alışmıştım. Onun da fikirleri vardı ve düşüncelerini bana dikte etmeye bayılıyordu.
Mesela burayı gerçekten unutmak isterdim, her bir ayrıntısı ile. Tek bir anı bile kalmayacak şekilde.
Ya bebeğin?
Sinirle elimdeki fırçayı sertçe duvara bastırdım. O buraya ait değildi, buraya ait anıların silinmesi onun hatırasını yok edemezdi. Hiçbir şey, kızıma ait en ufacık bir detayı bile aklımdan silemezdi.
İstemez miydin? Onun varlığını tamamen unutursan ona dair bir acı da kalmayacak. İçindeki o boşluk, sessizce yok olsun istemez miydin?
"Taehyung?" diye seslenerek, benimle birlikte ruhsuzca duvarı boyayan adama seslendim. "Ablanı tamamen unutmuş olmak ister miydin? Tüm varlığını?"
Uzun bir sessizlik, her zamanki gibi bize eşlik etti.
"İstemezdim."
Derinden gelen sesi, ne kadar acımasız bir soru sorduğumu kafama vurmak istercesine kulaklarımda yankılandı. Söylemek istediklerimi bu şekilde dile getirmemem gerektiğinin farkındaydım, yine de sürekli düşünen beynim filtreleme işlemini es geçip kelimeleri dilime basitçe ulaştırıyordu.
Taehyung'un açık tüm yaraları, hakkında basitçe soru sorabileceğim bir konuymuş gibi öylesine bir anda dudaklarımdan dökülebiliyordu.
"Özür dilerim," diye mırıldandım. Taehyung'un yüzüne bakmaktan kaçınıyordum. "Bir şey düşünüyordum, ablanla arasında bağ kurunca soruverdim."
"Ablam hakkında," dedikten sonra gözleri kapıya takıldı. "Konuşmaktan kaçmıyorum," Duraksadı ve eksik söylemiş gibi devam etti. "En azından seninle konuşmaktan."
Mutluluktan kalbimin kasılması, bana açılan tüm kapıların önünde şükürle gülümsememi gerektirirken; sözcükleri, içimdeki devasa boşluğa atılmış gibi yankılandı, yankılandı ve yankılandı. Sonunda da bir şey hissettirmeden sessizliğe karıştı.
Hyeri ile ilgili o saçma yalanı duyduğumuz günün üstünden kaç gün geçmişti? Yedi, sekiz? Pek hatırlamıyordum.
"Onu çok iyi tanıyorsun değil mi?" diye sorduğumda konuşmaya istekli gibi durmasa da söylediğinin arkasında durduğunu göstermek ister gibi cevapladı. "Öyle olduğunu düşünüyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deeper KTH
Fanfiction*Tamamlandı.* Hayatından vazgeçmiş, belki de doğduğu günden beri hiç yaşamamış bir çocuk. Pes etmekten ve vazgeçmekten delicesine nefret eden, oldukça deli bir kız. Bir daha yaşayamayacağını düşünen o çocuğun kapısını, yaşamın kendisi kadar renkli...