Bölüm 30

9.4K 851 1.7K
                                    

Lera'nın Anlatımından
"Senin benden fazla acı çekmeni istemiyorum. Ben sadece hic ayrılmamayı istiyorum. Benim ağzımdan çıkan bir söz gelecekte seni üzecek olursa, bil ki ben de toprağın altında aynı üzüntüyü duyacağım."
-Emily Brontë

Kalp bir kere hata yapıyor, akıl ise onu yıllarca cezalandırıyordu.

Ben henüz yıllarımı doldurmuş sayılmazdım, sadece iki gün geride kalmıştı ama aklım tarafından bir saniye olsun durdurulmadan işkenceye uğruyordum.

Bana verilen odadan çıkmamıştım; bir zengin evinde olduğumu ve beni burada kimsenin göremeyeceğini bildiğim lükslükte yaşıyor olmama rağmen kalın perdelerimi açmamış, güneş yüzü görmeyi reddetmiştim.

Hayat benim için geceden ibaret olmaya başlamıştı; gündüzleri perdelerim kapalıydı, yine de gözlerimi açmak istemiyordum çünkü biliyordum, bir kez ışığı gördü mü insan yaşadığını hissediyordu. Yaşamı hissetmekse adı bile kendisinden alınmış olan Kim Lera'nın en çok tutkunu olduğu şeydi. Şu durumda yaşadığını hissetmekse bana büyük bir ödül olurdu; fakat ben kalbimin yapmış olduğu hatayı cezalandıran aklım tarafından bunu iliklerime kadar hissetmeye mahkum edilmiştim

Elimi sertçe çarpıp kırdığım kahve bardağı temizlenmiş, bağırmaktan acıyan ses tellerim sızlamayı bırakmıştı. Gözümden akan yaşların yerini kuruluk almış, sinirden titreyen ellerim bu istemsiz hareketlerine son vermişti. O gece yaşananlar yavaş yavaş siliniyordu fakat kulaklarımda sürekli olarak duyulan bir ses vardı, hiç susmayan ve sürekli konuşan. Bu ses sürekli birbirimizi yaraladığımız cümleleri fısıldıyordu bana, bazen fısıldamayı bırakıp bağırmaya başlıyor, hatta çığlık çığlığa kalıyordu.

Biz birbirimizin yaralarına tırnaklarını geçirerek, olabilecek en kötü şekilde can acıtmayı nasıl başarabilmiştik? En küçük sinir harbinde birbirimizin zayıf noktalarından vuracak kadar nasıl ileri gidebilmiştik?

Eskiden olsa fiziksel olarak düzeldiğimden etkisini çok fazla hissetmezdim, şimdi ise bedenim bile yorgun düşmüştü. Kalbim kan pompalama işlevini yerine getirirken öyle büyük bir acı duyuyordum ki, önceden bu zulme nasıl katlandığımı sorgulamaya başlamıştım.

Kırıldığım kadar kırmış olmanın acısı en derinlerimdeydi, belki de bu yüzden ne yapacağımı kestiremiyordum.

Kırgınlıkları her zaman daha büyük olan bir kızdım ben, şimdi ise kırdığımı biliyordum. Üstelik bu sefer karşımda Taehyung vardı, acılarını benimle paylaşan bir ortak. Aptal bir sinir krizine yenik düşüp, tüm birikmişliklerin verdiği hırsla onu en büyük acısından vurmaya kalkmak bana yakışmıyordu. O kadar yakışmıyordu ki, kendimden utanıyordum.

Bu kadar büyük utancın içinde "O da senin kalbini kırdı ama," diyen küçük bir Lera da vardı zihnimde. Neler yaşandığını biliyor ve ayaklarını yere vurarak "Sana kötü sözler söyledi, o seni düşündü mü ki sen onu düşünüyorsun. Asıl pişman olan o olmalı," diye beni azarlıyordu.

Çok zamanım olmuştu, iki gündür maksimum üç saat uyuduğumu hesaba katarsak hiç fena olmayan bir düşünme fırsatı yakalamıştım. Bu fırsatı iyi değerlendirdiğime inanıyordum; zihnimdeki sarı saçlı, küçük kızı kollarımın arasına almak ve ona bir öğüt vermek istiyordum. "Yaşamını bir odaya sığdırabilen insanların acılarını hafife alma, ne kadar canın yanarsa yansın, onlar gibi kendini tek odaya hapsetmeyeceğini düşünüyorsun ama bak; şimdi sen de hayatını bir odaya sığdırmaya başladın."

Deeper KTHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin