Bölüm 45

9.5K 798 5.9K
                                    

Lera'nın Anlatımından
"İçimde dindirilmemiş, dindirilemez; sesini çıkarmak isteyen bir şey var. İçimde sevme isteği var, o aşkın dilini konuşur."
-Friedrich Nietzsche

Bu kadar kolaydı işte.

Bir cümle kadar kolaydı her şey, buradaki esirliğimin bitişi ve gökyüzünü tekrar görmek; bu kadar basitti.

Saçma sapan bir anda, vücudumda oluşan yaraların acısı daha geçmemişken, geçmişten gelen biri karşıma dikilip, elime bir çıkış bileti tutuşturabiliyordu. Bana kıyamadığını söyleyerek, bana daha önce yaptığı onca şeyi unutacak kadar salak olduğuma inanarak.

Taehyung'u ardımda bırakabileceğimi düşünerek.

"Bu gece? Seninle ben?" diye sorduğumda şüphe etmeden kafasını olumlu anlamda salladı. Yüzünde umut dolu bir tebessüm oluştu ve ondan ne derece iğrendiğimi bilmeden konuştu. "Her şeye sıfırdan başlarız Lera, her şeye. Yepyeni bir hayat kuracağız, hiçbir derdinin olmasına izin vermeyeceğim. Söz veriyorum-"

"Sus artık," Sesini duymaya tahammülüm kalmadığını şu an fark ediyordum, o anlattıkça kendimi buradan bile daha beter bir kafesin içinde hissediyordum. Parmaklıklar üstüme kapatılacaktı, karanlıktan başka hiçbir şey olmayacaktı ve ben demir parmaklıklar arkasında çürüyüp gidecektim.

Taehyung'un olmaması böyle bir şeydi işte, onsuz Lera tam da böyle bir şeydi.

"Sen hak ettiğin gibi burada kalıp, bu insanların saçmalıkları arasında sürüneceksin. Ben de buradan çıkacağım," Gözlerinin içine baktım ve ona biraz yaklaştım, kamera olma ihtimaline karşı önlem alıyordum ama buna gerek bile yoktu. Burada kaldığımız her an, çıkmak için can attığımızı herkes biliyordu. "Taehyung ile beraber."

"Görmüyor musun Lera?" Jungkook titreyen sesiyle camın arkasını işaret etti. Gösterdiği yere bakmayacaktım, bağırarak "Seni buradan çıkaracak gücü var mı? Burada öleceksiniz, görmüyor musun? Sırf onun için öleceksin, onca şeye değecek son, bu mu?" demeseydi. Kelimeleri öyle yaralayıcıydı ki, Taehyung'a dönme gereği duydum.

Kaşları yukarı kalkmıştı, yüzündeki alaycı ifade ile Jungkook'a bakışını izlemek bir an içimi rahatlattı. "Onun gücü yoksa benim var, benim de yoksa," Gayet önemsiz bir şeyden bahsediyor gibi güldüm. "Demek ki bizim için son buymuş."

"Hayır," Kafasını iki yana salladı, histerik bir ifade ile tek kelimeyi tekrarlamaya devam etti. Elleri saçlarını bulurken, bir çeşit sinir kontrol yöntemi deniyor gibi derin nefesler alıyordu. "Kendine bunu yapmana izin veremem. Anlamıyor musun? Bu bencil herifin şansı olsa, buradan arkasına bakmadan çıkardı."

Jungkook ve Taehyung'un geçmişine dair tüm teorilerim çökmüş gibiydi, sadece bir cümle ile düşündüğüm her şey şüphe taşır olmuştu.

Çünkü o Taehyung'u o kadar tanımıyordu ki, böyle bir cümlenin içime şüphe tohumu ekebileceğini düşünüyordu. Oysa ben Taehyung'u tanıyordum, buradan birlikte çıkacağız dediğimde, aydınlanan yüzünü görmüştüm.

Onun hakkında hiçbir şey bilmiyor olsaydım dahi, yüzünde oluşan o gülümsemeye bir ömür inanırdım.

"Bak, inkar bile etmiyor! Görmüyor musun Lera, ne seni bu kadar kör etti? İlla seni arkasında bırakışını mı görmek zorundasın?" Taehyung alayla güldü ve Jungkook'a bakarken "Evet, Lera. Birinin seni arkasında bırakmasından korkuyorsan bunun tek bir çözümü vardır." dedi. Gözlerim ona döndüğünde, tehlikeli bir sırıtma ile devam etmişti.

"Ona ihanet etmek, seni bırakmasına izin vermeden onu sırtından vurup kaçmak. Kulağa mantıklı geliyor, değil mi?"

"Seni kandırmak için yapıyor, bu alaycı sözlerinin arkasına niyetini gizliyor. Sen onun esaretinden kurtulma istiyor!" Jungkook delirmiş gibi bağırdığında, kaşlarım çatıldı. "Sen hasta mısın? Ben burada, içinde bulunduğun insanların esiriyim. Bizi buraya siz getirdiniz, Taehyung getirmedi."

Deeper KTHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin