BÖLÜM 1

220 10 2
                                    

    Yeni dünyanın yeşillerle bezeli, insanların yanı sıra birçok ağaca ve börtü böceğe de ev sahipliği yapan yerleşim alanıydı Long Island... Long Island' a ilk kez ayak basan herkesin, nefes almanın nasıl bir şey olduğunu idrak etmesine vesile olan, içine çektiği havanın berraklığı karşısında adeta oksijen sarhoşu olmasını sağlayan, Amerika Birleşik Devletleri' nin nefes alan adasıydı temiz havası nedeniyle. Dört bir yanını çevreleyen Atlas Okyanusu' nun dalgalı, serin ve bulanık renkli sularının arasında, yemyeşil bir mücevher gibi parlayan bir adaydı o. Zaman zaman başına gelen tropik fırtınalar ve üç dört günde bir bardaktan boşanırcasına yağan yağmur ise her güzelin bir kusuru olabileceğine yorulabilirdi ancak.


    New York City' nin kalbi Manhattan' a köprülerle bağlanmış olsa da şehircilik anlayışı açısından hemen yanı başındaki Manhattan' la hiçbir bağlantısı yoktu... Aslında Manhattan ile köprüler dışında ve aynı eyalette yer almaları dışında bir bağlantısı yok sayılırdı. Manhattan' daki yapılar ne kadar yüksekse, Long Island' taki yapılar da tam tersi bir şekilde o kadar alçaktı... Manhattan' nın tam göbeğinde yer alan ve sınırları cetvelle kesilmiş gibi durmasından dolayı insanda hayranlık uyandıran Central Park dışında ağaç görmek ne kadar imkânsızsa, Long Island' ta da ağaçsız bir mahalle görmek imkânsızdı... Binaların yükselerek göğü deldiği yaşam alanları yerine, ağaçların göğü deldiği bir yaşam alanıydı burası... O kadar çok ağaç bulunuyordu ki yolculuğa çıkan ya da yürüyüş yapan yalnız insanların, arkadaşlık eksikliği çekmemesine neden oluyordu, o yeşil devler sanki dört bir yandan kendisine fısıldıyormuş ve kendisiyle konuşuyormuş gibi hissedenler olabiliyordu... Karanlığın çökmesiyle birlikte ise bu yeşil devler bambaşka bir yüzünü gösterebiliyordu... Gecenin karanlığında o koca devler, bu toprakların gerçek sahibi olduklarını hissettirebiliyorlardı o ürpertici görüntüleriyle... Onların eşsiz görüntüsünü, şehrin gece bekçileriymiş edasıyla takındıkları ruh hallerini ve tüm haşmetlerini içinde hissedenler olabiliyordu... Ağaç denilerek geçilen bu canlıların, dallarının ve yapraklarının her kıpırdayışında, adeta melodik bir mesaj verme kaygısıyla nasıl bir resital sunabildiklerini görenler olabiliyordu.


    Bazı kışlar, eksi yirmi dereceyi gören ve içinde yaşayanların karla mücadeleye alışkın olduğu bu topraklar, yaz döneminde ise aşırı nemli bir hava ile birlikte artı otuzları ve üstünü görebiliyordu. Kış mevsiminde esen soğuk rüzgâr, adeta iliklere işleyerek insanı bu dünyadan soyutlayabiliyor ve karlar ülkesinde mucizevi bir yolculuğa çıkıyormuş gibi hissetmesine neden olabiliyordu. Yaz mevsiminde ise nemin de etkisiyle birlikte insanın alnından aşağıya doğru, adeta yüzünün tüm kıvrımlarını hissetmek istiyormuşçasına akan ter damlaları, adanın dört bir yanındaki plajlardan birinde soluğu alma hissi uyandırıyordu... Her tarafın açıklık olması ve yüksek binaların bulunmaması sebebiyle esen rüzgâr ise surata her çarptığında, cennetten bir esintiymiş gibi hissettiyordu kişinin bünyesinde ve ara sırada olsa rahatlama hissine neden oluyordu.


    Tıpkı New York City gibi doğusundaki Long Island' ta dümdüz bir yerleşim alanı sayılırdı... Özellikle kuzey bölgelerinde bazı tepeliklere ya da yokuşlu yollara sahip olsa da genel olarak düz bir yerleşim alanıydı... Zirvesi karla kaplı ya da bulutların arasında kaybolmuş bir zirveye sahip olan, manzaranın güzelliğine güzellik katan dağlar yoktu ya da çok yüksek bir tepeden manzara izleme imkânı sunmuyordu belki ama hiç şüphe yoktu ki Long Island, kendi içerisinde pek çok güzellik barındırıyordu: Hollywood filmlerinde görülmeye alışılan tek ya da iki katlı klasikleşmiş Amerikan evleri... Ağaçlarda ve yollarda görülen sevimli sincapları... Yola atlayan kazlar ya da geyikler nedeniyle durma noktasına gelen trafiği ve hatta açık çöp kutusu gördüğünde karıştırmaya dayanamayan vahşi ama bir o kadar da hınzır olan rakunları ile birlikte ada, farklı tatlar almasını bilenlere çok şey katabilecek bir yerdi. Long Island, evrendeki cümbüşler silsilesinden bir tür kesit sunan, kendine has bir adaydı... Manhattan' nın yanı sıra çevresindeki irili ufaklı adalara da köprüyle bağlanmış ve komşularıyla olan gönül bağını kuvvetlendirmesini bilmiş bir adaydı. Bir şeyler öğrenmek isteyenlere de çok şey katabilecek bir adaydı... Birbirinin neredeyse aynısı olan mahallelerinde kaybolurken, aslında Long Island' ın ruhunun derinliklerinde kaybolduğunu hissedebilenlere, o kadar yeşilliğinin yanı sıra Route 495, Sunrise Highway, Southern State Parkway gibi en az üç şeritli, üç ana yolunun olmasının trafiği nasıl rahatlattığını görebilenlere ve bu yolların ikisinin bin dokuz yüz yirmilerde, diğerinin de bin dokuz yüz ellilerde yapıldığını öğrenince; sistemli ve ileri görüşlü bir anlayışla yaşamanın ne denli faydalı olabileceğini görebilenlere güzel bir yerdi Long Island.


    Bu adada yaşam sürdürebilmenin temel kurallarından biri de muhakkak araba sahibi olunması gerekliliğiydi. Araba ve yakıt fiyatlarının oldukça uygun bir düzeyde olması nedeniyle dünyaca nam salmış olan Amerika Birleşik Devletleri' nde araba sahibi olmak da o kadar zor bir şey değildi, herkes bütçesi doğrultsunda bir araç alabiliyordu... Ortalama yedi milyon nüfusu olan Long Island, neredeyse kundaktaki bebeklere bile bir araba düşebilecek kadar araba bolluğuna sahip, klasik bir Amerikan kırsalıydı. On altı yaşındaki gençlerden, doksan yaşındaki ihtiyarlara kadar herkes araba kullanabiliyordu ve sistem de bunu istiyordu zaten. Ayrıca tüm kadınlar da araba kullanmak mecburiyetindeydi ve haliyle, dünyanın en çok kadın şoför barındıran yerleşim alanlarından biri yapıyordu bu da Long Island' ı. Benzinin ucuz olması nedeniyle dizel araçlar yok denecek kadar azdı ve trafikte de yüksek motor hacmi olan, büyük ve geniş araçları görmek de oldukça olasıydı. Otobüs dışında bir toplu taşıma aracının olmadığı ve otobüslerin de seyrek olduğu bu ada, adeta bir araba cennetiydi... Bu büyük metal kutular, Long Island' ta yaşayan herkesin benliklerinin bir parçası... Ruhlarının, nesnelliğe açılan bir kapısı olmaya başlamıştı haliyle.


    Türk nüfusunun da oldukça yoğun olduğu Long Island' ta; dürüst, güvenilir, hak yemeyen Türklere rastlamak mümkün olsa da tam tersi bir şekilde kötülük yapma potansiyeli olan Türklere de rastlamak mümkündü... Tıpkı dünyanın her yerinde iyi insanların da kötü insanların da olması durumu gibiydi. Burada yaşayan bazı Türklerin arasına düşmek ise toplu hâlde yaşayan sinsi çöl yılanlarının arasına düşmek gibi bir şeydi. Bu çölde, çöl yılanlarının arasına da düşülebilirdi... Çölde su etkisi yapan az sayıdaki Türklerle de karşılaşılabilirdi... Ayrıca su götürmez bir gerçek vardı ve Amerikalılar tarafından yardım görmek ve hoş karşılanmak da mümkündü, hemen hemen her milletten insanın yaşadığı bu ülkede hor görülme ve ırkçılık yok denecek kadar azdı, en azından yasalardan çekinen kimse açık bir şekilde ırkçılık yapmazdı. Amerika' ya göç eden bir Türk, hayatını cehenneme çevirebilecek kişilerle de tanışabilirdi... Yaşam biçiminin sınıf atlamasına katkısı olacak kişilerle de... Kendisini, yamyamlar gibi yiyip bitirmeye çalışacak olan asalakları hayatının her köşesinden silmeyi başarabilen ve Amerikalılar ile Amerikan Kültürünü tanımaktan korkmayan Türkler, burada iyi bir hayat sürebilirdi. Kısacası yapılan hamlelere ve karşı taraftan gelecek olan hamlelerin karşılanma biçimine göre Türkler burada rezil de olabilirdi, vezir de...


    İşte o Türklerden biri olan Mürsel de çöl yılanları ile berrak sular arasında gidip gelen ve kendisini berraklığın kollarına atmaya çalışan bir Türk genciydi. Yirmi yedi yaşındaki Mürsel, hayalleri olan ve hayallerinin derinliklerinde güzel bir geziye çıkmayı seven bir gençti. Şu anda Amerika' da bulunmasına rağmen Amerika' ya göçmek ise hayallerinin arasındaki öncelikli düşlerden değildi... Bilimkurgu kitapları yazan ve saygın bir yazar olmak için çabalayan Mürsel, üç yıl önce başvurduğu Green Card çekilişinin olumlu sonuçlanması sonucunda, ani sayılabilecek bir karar vererek soluğu Amerika' da almıştı. Ülkesinde bir bilimkurgu kitabı çıkarabilmek için çabalamış olsa da sektörün tutumu karşısında umutları bir şeker gibi eriyerek dağılıp gitmişti. Türkiye' deki sektörün, ne tanınmamış bir yazara ne de bilimkurgu yazan hayal gücü geniş bir insana ihtiyacı vardı... Türkiye' de sektörün yelpazesi pek geniş değildi ve Mürsel' in olmak için çabaladığı yazar tipi de o yelpazenin ucuna bile denk gelemiyordu. Mürsel kazandığı Green Card hakkını kullanmak isteyince ve sektöre olan kırgınlığı da günden güne katlanarak devam edince, doğduğu toprakları terk etmekte bir beis görmemişti.

MELEĞİN DOKUNUŞU (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin