BÖLÜM 14

109 5 0
                                    

    İşte ortada böyle bir ortam vardı ve 415' e gelinene dek; paganizme inananların, çok tanrılı dinlere inanmayı reddedenleri yani paganizme inanmayanları katletmiş oldukları gibi... Sonrasında da Hristiyanların, paganizme inananları katletmiş oldukları gibi ve bu süreçler içerisinde de Hristiyanlar ile Yahudilerin, karşılıklı olarak birbirlerini katletmiş oldukları gibi, şu anlarda da bir bilim kadını ve bilimin ta kendisi katledilecekti. Kendi dinini üstün gören zihniyetin, tehdit olarak gördüğü dine mensup olanlara tuzak kurması gibi, acımasızca öldürmesi gibi, dünya tarihini değiştirebilecek bir kadın da acımasızca öldürülecekti... Bu gaddarlıktan ve canilikten, ilim ve matematik de nasibini alacaktı. Böyle bir ortamda Angelina, Mürsel' i yerden kaldırmaya çalışırken, meşhur Roma mimarisi bile Mürsel' in dikkatini çekemiyordu şu anlarda... Tarihin derinliklerinde, 415 yılında, sağından solundan fırlayan kana susamış insanların bağrışmaları, dört bir yandan etkisi altına alıyordu onu... Kulağında yankılanan sözler hiç anlamadığı bir dil olan Latince de olsa, şu anda duyduklarının tınısı her dilde aynıydı aslında... Linç ve kan isteyen öfkeli ve aptal topluluğun ortak dilinden ibaretti zira.


     Hâl böyleyken ve birazdan büyük bir katliam yaşanacakken, Mürsel ile Angelina' nın hiçbir şeye müdahale edemeyecek olması ise şimdiden Mürsel' i çıldırtmaya başlamıştı. Tarihin akışına müdahale etmemesi gerektiğini, Geleceğe Dönüş filminin müptelası olan Mürsel de çok iyi biliyordu... Burada sadece konu mankeni gibi davranması gerektiğinin farkındaydı... Her ne kadar, Angelina henüz bu konuda bir direktif vermemiş olsa da en ufak bir şeye müdahale etmek bile, tarihin akışında derin sapmalara yol açabilirdi ve bunu algılamak güç değildi... Mürsel şu anda yaşadıklarının, zaten yüz yıllar önce yaşanıp bitmiş olduğuna ve kesinlikle kimseyle temasa girmemesi gerektiğine ve tarihin tozlu raflarındaki bir fazlalık olarak burada bulunuyor olmasına kendisini inandırmaya çalışıyordu... Gözlerinin önünde, çılgınca hareket eden barbarlara rağmen bu zihniyet çerçevesi altında hareket edebilmek oldukça zor olsa da yüzyıllar önce kapanmış bir defteri tekrar açan kişi olarak, defteri bulduğu gibi bırakmasının elzem olduğunun da farkındaydı.


     Mürsel bu çağın insanı olmasa da kolay kolay kimsenin başına gelmeyecek bir yöntemle yüzyıllar öncesine ışınlanmış olsa da birazdan çok büyük bir vahşet yaşanacaktı ve bu da içini parçalamaya yetiyordu. Çırılçıplak soyulacak olan Hypatia, çeşitli işkencelere maruz kaldıktan sonra öldürülecekti, ölene kadar da taşlanacaktı. Hypatia' nın her daim yanında olmuş olan İskenderiye Valisi Orestes ile Hypatia' yı dinsizlik ve şeytanlık ile suçlayan İskenderiye Piskoposu Cyril arasındaki anlaşmazlık, bağnaz halka da yansımıştı ve Hypatia' nın evinin önüne pusu kurulmuştu. Bilim ve matematik ile ilgilenen ve bu alandaki başarıları nedeniyle de birçok farklı coğrafyadan bile öğrenciler edinen, dönemin aydın kadını Hypatia' nın hayattan koparılacak olmasına şahit olmak, tarihteki önemli bir ana şahit olmanın dışında gerçekten katlanması zor bir şey olacaktı... Hem de bu katliam; din adına ve hristiyanların kutsal mekânı olan bir klisede, kendisini dindar görenler tarafından gerçekleştirilecekti... Dünyaya ve insanlığa çok daha faydası dokunabilecek bir insanın acımasızca öldürülecek olması da yine insanlık için çok büyük bir kayıp olacaktı. Öldürülen Hypatia' nın, bedeni de parçalanacak ve kalıntıları da sokaklarda sürüklendikten sonra yakılacaktı. Birazdan tüm bunların yaşanacağını biliyor olmak, hiçbir suçu olmayan bir kadının acımasızca katledileceğini biliyor olmak ve tüm bunlar karşısında kılını bile kıpırdatmamak, sadece izlemek gerekliliği çıldırmak için yeterliydi. Mürsel kültürlü bir genç olduğu için Hypatia' yı biliyordu, önceden araştırmışlığı vardı... Yani Hypatia ile ilgili, Angelina' nın anlattıklarından daha fazlasını biliyordu... İlk kez de fazla şey biliyor olmanın sıkıntısını çekiyordu şu anda, olacaklarla ilgili çok daha az şey biliyor olmayı kesinlikle tercih ederdi. Okurken "Vay be! Neler olmuş o devirlerde..." diyerek okunup geçilen her şeyin aslında tüm çıplaklığıyla yaşanmış bir dönem olduğunu, bir masaldan ibaret olmadığını tecrübe edebilmek; olayların üstünden uzun bir zaman geçmiş olmasının aslında hiçbir şey ifade etmediğini, hiçbir şeyin üstünü örtmediğini göstermeye yetiyordu da artıyordu bile.


    Mürsel tüm bu karmaşık düşünceler içerisinde Angelina ile birlikte, Hypatia' nın bulunduğu yere doğru ilerliyordu... Artık iyice öfkeli kalabalığın arasına karışmıştı ve tüm bu cehaletin de ortasında kalmıştı... Fakat ortamın iyice kızıştığı anlarda birden kendisini yerde buldu... Arkadan ittirildiğini ise ancak yere düşünce idrak edebildi ve kendisini toparlamaya çalışmak için yüzünü döndüğünde ise üstüne doğru gelen bir adam gördü. Mürsel henüz tam olarak kalkamamıştı ve yerde oturur vaziyetteydi, kendisini ittiren bu adam tarafından oldukça savunmasız bırakılmıştı ve şimdi de aynı adam tarafından saldırıya uğrayacaktı. Adam, Mürsel' e iyice yaklaştığı anlarda ise ittirilmenin üstünden sadece saniyeler geçmişti ama o kısa süre içerisinde Mürsel' in aklından geçen şeylerin haddi hesabı yoktu... Daha ilk ciddi görevinde öldürüleceğini, etrafındaki kişilerin insanlıktan çıkmış olduklarını ve ne yapabileceklerini kestirmenin çok güç olduğunu düşünmüştü... Tabii o anda yaşadığı korku ve heyecan fırtınası da tüm bedenini ele geçirmişti.


    Cehaletin getirmiş olduğu öfkeyle kendinden geçmiş olan adam, Latince bir şeyler söyleyerek Mürsel' in dibine kadar gelmişti artık... Elinde tuttuğu ilkel bıçağı havaya kaldırdı ve hemen sonrasında gerçekleştireceği hamleyi de kestirmek güç değildi: Mürsel' in üstüne çullanarak onu bıçaklamaya çalışacaktı... Yerde kaldığı için dezavantajlı durumda olsa da karşı koymaktan başka çaresi olmadığını bilen Mürsel gardını almaya çalışıyordu ki saldırgan adamın birden metrelerce havada uçtuğunu ve hızla önünden kaybolduğunu gördü... Bu kez önündeki manzaranın ise yumruğunu sıkmış güçlü bir kol olduğunu gördü. Bu kol, Angelina' dan başkasına ait değildi. Angelina kolunu indirirken Mürsel de gözlerini yavaş yavaş, kolun devamındaki bedene çevirdi ve meleğini görmesiyle birlikte gülümsemesi de bir oldu. Adam tam bıçağı saplamak için hamle yapacakken, Angelina öylesine sert ve güçlü bir şekilde yumruk atmıştı ki adam bir kaç metre havada uçtuktan sonra ancak yere düşebilmişti ve yerde de biraz sürüklenmişti... Aynı adam şimdi de yerde baygın bir hâlde yatıyordu. Bir kadına göre, hatta bir insana göre oldukça görkemli olan bu yumruk ise o hengâmede pek de dikkat çekmemişti ve bu da Angelina ile Mürsel' in işine geliyordu... Dikkatleri üstlerine çekmek, burada isteyecekleri en son şey bile değildi. Angelina' nın seri bir hareketle attığı yumruğu dahi göremeyen, sadece adamı havada uçarken gören ve Angelina' nın imdadına yetiştiğini de sonradan anlayan Mürsel ise kurtulmanın getirdiği sevincin yanında, şaşkınlığın da doruklarında geziyordu... Ağzı açık bir şekilde Angelina' ya bakıyordu ve henüz yerden kalkmış da değildi... Angelina' nın bir gülle gibi inen yumruğu, saldırgan adamın adeta başka diyarlara uçmasına neden olmuştu ve Mürsel' in bir yaşına daha giriyormuş gibi hissetmesi de çok normaldi.


MELEĞİN DOKUNUŞU (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin