BÖLÜM 29

121 4 0
                                    

   Mürsel ve Angelina sohbetlerine devam ederken Fransız askerlerinin olduğu yerde bir hareketlilik olmaya başladı. Yerde, çimenlerin üstünde uyumakta olan askerler yavaş yavaş ayaklanmaya başladı. Sis bulutlarının göğü kapladığı sıralarda sanki bulutların dağılması için Fransızların kendine gelmesi bekleniyormuş gibi bulutlar da dağılmaya başladı. Fransız ordusunun başındaki, on yedi yaşındaki Jeanne D'Arc ortada deli gibi dönüyor ve askerlerin kendine gelmesini sağlamaya çalışıyordu. Uykudan uyanma konusunda Jeanne D'Arc' a kızan askerler ise uyanıp da ayıldıktan sonra onun bu azmine kendilerini kaptırıyor ve atağa geçmek için sabırsızlanıyordu.


    Fransa tarafındaki bu hareketliliğe karşın İngiliz tarafında benzer bir şeye rastlamak mümkün değildi. Ağır kayıplar veren ve sabahın erken saatlerinde atağa geçemeyeceği düşünülen Fransa' nın, şu anda saldıracağını düşünmüyorlardı. İngiliz tarafındaki bu rahatlık ise birazdan onlara pahalıya mâl olacaktı. Jeanne D'Arc yönetimindeki ordu, yorgunluğuna ve bitkinliğine rağmen üst düzey bir moral motivasyon eşliğinde nihai zafere ulaşacaktı.


    Sis bulutları ortadan kaybolarak, birazdan cesurca çarpışacak olan askerlere bırakıyordu meydanı sanki. Harekete geçen Fransız ordusu, tepeden bakıldığında bir sürü metalın şahlanarak ayaklanması izlenimi yaratıyordu. Ancak zırhları üstünde uyayabilmiş olan askerler bu görüntüye sebebiyet veriyordu. Jeanne orduyu bir araya toplamayı başarmıştı ve artık atağa geçme zamanıydı... Ancak karşılarındaki İngiliz Kalesi' ne ulaşabilmeleri için öncelikle önlerindeki barikatı aşmaları gerekiyordu. İngilizler tarafından, Fransız atağına ket vurmak için inşa edilmiş olan tahta bariyerleri yıkıp geçmek gerekiyordu. Jeanne ve diğer üst rütbeli askerler bunun nasıl olacağının muhakemesini yaparken, buldukları parlak fikir bir pozitif enerji kaynağı gibi havada yayılarak tüm askerlere tesir etmeyi başardı... Okçuların kaleye tırmanabilmesi için yapılmış olan kulelerden birini iterek tahtaların üstüne devirme kararı aldılar... Böylelikle kendilerine bir geçit yolu açacaklar ve İngiltere Kalesi' ne doğru, ipini koparmış vahşi hayvanlar gibi koşacaklardı. Bu anın gelmesini dört gözle bekliyorlardı ve bunun getirmiş olduğu motivasyonla birlikte kuleyi itmekte çok fazla zorlanmadılar.


    Alt kısmında dört tane tekerlek olan ve tahtadan inşa edilmiş olan kule bir hayli ağır ve yüksekti... Ancak kuleyi itmekte olan Fransızlar o anki sıcaklıkla bunu fark edemiyordu bile... Sakin bir anda ve sakin bir kafayla itemeyecekleri ya da itmekte zorlanacakları kuleyi, farkında olmadan hızlı sayılabilecek bir biçimde sürüklüyorlardı. Karşı tarafta yani İngiliz tarafında da artık bir hareketlilik söz konusuydu. Üstlerine doğru gelmekte olan Fransız askerlerini ve kuleyi görmüşlerdi. Kule görüş alanlarına girdiğinde ise Jeanne D'Arc' ın ne yaptığını bilmeyen bir deli olduğunu düşünmüşlerdi. Hatta İngiliz Komutan, Jeanne için "Çılgın kaltak!" demişti. İngilizler böyle bir şeyi beklemediği gibi yüksek tahta kapılarının yıkılabileceğine de inanmıyordu... Ama yine de atağa geçen Fransızları karşılamak ve tetikte olmak için harekete geçmeyi ihmal etmediler. Yüksek kule adım adım üstlerine geliyordu ve ne olacağını da merakla bekliyorlardı. Kulenin heybeti onları biraz korkutsa da yaptıkları korunağa da güveniyorlardı ve Fransızları dalga konusu olarak görüyorlardı... Ancak unuttukları bir şey vardı ki savaşta ya da genel olarak hayatta; küçümsenen veya alay edilen tarafın tokadı, kendisinden beklenmeyecek şekilde sert olabilirdi. İngilizler dönemin güçlü bir ülkesi olsa da ve tarih boyunca pek çok savaşı kazanmış olsa da Yüzyıl Savaşları' nı bitirmek zorunda kalmalarının en önemli nedeni belki de düşmanlarını küçümsemiş olmalarıydı. İşte Mürsel de o tarihi anlardan birine tanıklık edecekti ve küçümsenen tarafın dirilişini bizzat çıplak gözlerle görecekti.

MELEĞİN DOKUNUŞU (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin