BÖLÜM 61

14 2 0
                                    

   Bu işi yıllardır yaptığını ve bundan büyük keyif aldığını belli eder bir şekilde piyanonun başına geçen Nick, başlamadan önce gözlerini kapattı ve kafasını hafifçe yukarıya kaldırdı. Birkaç saniye boyunca bu tarz hareketleri yapan Nick, başka bir dünyaya yolculuğa çıkacağının sinyallerini veriyordu sanki... Yaptığı işi en iyi şekilde yapabilmek için, notalar arasında gizemli bir yolculuğa çıkabilmek için o ruhu hissetmeye çalışıyordu. Çok geçmeden uzun ve ince parmaklarını piyanonun tuşlarına götürdü ve ortamda bulunan herkesi Beethoven' ın ruhuyla tanıştıracağı hamleleri yapmaya başladı adeta. Dokuzuncu senfoni öyle bir besteydi ki gerçekten de hayran kalmamak elde değildi... Beethoven' ın tamamen sağırken bestelediği bu senfoni; otuz iki piyano sonatı, beş piyano konçertosu, on altı yaylı dörtlüsü, kendisinin tek opera yapıtı olan Fidelio gibi yapıtlarının adeta bir karışımıydı ve sadece klasik müzik olmaktan öte müzikal bir başyapıttı. Beethoven hayranı herkesin çok beğendiği Dokuzuncu Senfoni' yi Nick de çok beğeniyordu hatta Beethoven' ın en sevdiği bestesiydi... Bu yüzden de gerçekten hissederek, ruhunun derinliklerinde o büyülü anı hissederek parmaklarını piyanonun tuşlarına vuruyordu... Tıpkı Mürsel' in de dünyanın geleceği için hissederek kitabını yazacak olması gibi Nick de hissederek piyano çalıyordu. Oldukça uzun olan Dokuzuncu Senfoni' nin tamamını çalma gibi bir gayesi yoktu... Bu nedenle sadece en çok hoşuna giden kısmını, dokuz dakikalık bir kısmını çalıyordu. Bu dokuz dakika boyunca şu anda bu kulübede bulunan herkes, tüm dertlerinden kendisini soyutlayacak ve sanatın tadını çıkararak bünyelerine ilaç olacak dakikalar eşliğinde keyiflenecekti.


    Nick adeta kendinden geçmişti ve dokuz dakika boyunca kendisini, bulunduğu konumdan soyutlayarak sanatın ve müziğin kollarına bırakmıştı. Aynı şekilde Mürsel ve Angelina da bu hoş geldin sürprizine bayılmıştı ve dokuz dakika boyunca çıktıkları yolculukta hayatlarının en güzel dakikalarını yaşamışlardı. Son tuşa da bastıktan sonra ayağa kalkan Nick' i de alkışlamışlardı... Tıpkı bir konser salonundalarmış gibi Nick' i alkış yağmuruna tutmuşlardı ve sonrasında da teşekkür ederek, çok etkilendiklerini dile getirmişlerdi. Onların bu içten ifadeleri karşısında Nick de mest olmuştu ve gerçekten sanattan anlayan iki kişinin karşısında piyano çaldığı için oldukça mutlu olmuştu. Nick; bir seksen beş boyunda, yüzü traşlı, beyaz tenli, siyah saçlı, atletik vücutlu biriydi... Ne uzun ne kısa saçlara sahip, temiz yüzlü ve yakışıklı denilebilecek bir genç olan Nick' in kendine has bir tarzı vardı. Maddi açıdan olmasa da fiziksel açıdan bakıldığında dünyaya şanslı geldiği söylenebilirdi. Karakteri de dış görünüşü gibi etkileyici olan bu genç, her şeyin en iyisini hakediyordu fakat tıpkı Mürsel gibi istediği konumda değildi... Böyle olmasında da doğduğu ve büyüdüğü dönem ile ortamın etkisi vardı. Henüz yirmi beş yaşında olan Nick, bir gün rahat edeceği hayatın hayalini kuran ve yalnız kalmış olmasına rağmen çabalamaktan vazgeçmeyen yapıda, azimli ve kararlı bir gençti. Dönemin İrlanda' sının tozunu yutmuş olan Nick, hem benzer köylü akranları gibi zorlu hayat şartları altında dirençli hem de entelektüel insanlarla yarışabilecek düzeyde sanattan nasibini almış ve bu sanatsal ruhu da yetiştiği ortamın dinamikleriyle çok güzel bir şekilde harmanlamayı bilmiş bir gençti.


    Tüm bu resitalden sonra Mürsel, bu piyanonun hikâyesini merak etti ve bunu öğrenmek istedi. Nick gibi bir köylü gencinin evinde böylesine güzel bir piyano görmeyi beklemiyordu. Bu düşüncesindeki temel etmen, köylülerin sanattan anlamayacağı düşüncesi değildi... Sadece; dönemin İrlanda şartları, köylüler için son derece acımasızdı ve gerek maddi gerekse de manevi nedenlerden ötürü köylülerin piyano bulundurması ve bu müzik aletini çalmayı öğrenmesi düşünülebilecek bir şey değildi... Ancak yüz kişi içerisinde bir kişide görülebilecek bir durum da denebilirdi ve Mürsel' in de Nick' ten böyle bir şey beklememiş olması bu yüzdendi. Durum böyle olunca da en başından beri merak ettiği soruyu yöneltti ve Nick de "Hemen açıklayayım..." dedikten sonra tüm hikâyeyi anlatmaya başladı:


    "Bu gördüğünüz piyanonun belki de aileden kaldığını falan düşündünüz ama gerçek şu ki ailem hiçbir zaman sanata ilgi duymadı. Bu piyanoyu da ben kendi imkânlarımla aldım ve benim için aile yadigârıymış gibi değerli. Bu piyanoyu alabilmek için gecemi gündüzüme kattım ve çok çalıştım. Bir gün zengin olursam büyük bir ev satın almayı ve evin bir köşesini de sanat bölümü yapmayı bile düşlediğim zamanlar oluyordu... Hatta zengin olabilmek için Amerika' ya gitme hayali bile kurmuştum... Arkadaşlarım Jack ve Joseph Amerika' ya gitti bile, onlarla irtibatım kopmuş olsa da şu anda orada hayat mücadelesi verdiklerini düşünüyorum. Bir gemiye atlayıp gitmeyi ben de çok istedim fakat bir kadın meselesi yüzünden buraya saplanıp kaldım. Kadın meselesi demişken, şu anda da bahsi geçen o kadınla aramız açık hatta baya kötü bir durumdayız. Ailesi hiçbir zaman beni kabul etmedi ve aramızda dağlar kadar fark olduğunu düşünerek sınıf ayrımcılığı yaptı sürekli."


   Nick' in hayat hikâyesini büyük bir merakla dinleyen Mürsel, tam burada onun lafını bölerek araya girme ihtiyacı hissetti:


    "Yani zengin kız ve fakir oğlan aşkından bahsediyorsun, öyle mi?"


    İronik, ironik olduğu kadar da içli bir tebessüm eden ve başını hafifçe iki yana sallayan Nick ise çatallı bir ses tonuyla konuşmaya başladı:


    "Hayır tam olarak öyle değil... Aslında fakir kız ve fakir oğlan aşkından bahsediyorum(Nick bunu söyledikten sonra Mürsel ve Angelina ise oldukça şaşırdı, böyle bir şey duymayı beklemiyorlardı, hikâyenin devamını duyabilmek için meraklı gözlerle Nick' e bakmaya devam ettiler). Şu anda aramızın açık olduğu ama hâlâ aşık olduğum kadının adı Lindsay ve benimle tanıştıktan sonra ailecek, hızla yoksullaşmaya başladılar. Babası mülayim fakat mülayim olsa da aynı zamanda kafatasçı bir adam... İflas etmeye başlayınca beni suçladı ve kızının hayatına girdikten sonra tüm hayatlarının altüst olduğunu düşünmeye başladı... Yoksulluğumu onlara aşıladığımı, bir tür lanet saçtığımı düşündü. Varlıklarını yitirmeye başlama süreci ise oldukça zengin bir adamken gözünü hırs bürümesiyle ve daha fazlasını istemesiyle başladı. Daha fazlasını elde edebilmek için de gerçek kodamanlarla takılmaya başladı... Ancak o kodamanlar onu öyle bir kandırdı ki neredeyse tüm varlığını onlara bırakmak zorunda kaldı... Onu sürekli borç batağına çektiler ve üç kuruş paraya arazilerini satmak zorunda kaldı. Ellerinde sadece, şu anda da oturdukları lüks ev kaldı ve herhangi bir gelirleri de kalmadı. Aynı zamanda ruhsal olarak da çökmüş durumdular, tüm aile dağılmış durumda ve kaybettiklerini unutamamış durumda. Öyle sanıyorum ki ellerinde kalan son mal varlıkları olan lüks evi de satarak Amerika' ya gitmeyi bile düşünüyorlar... Yani tam olarak bilmiyorum ama aldığım duyumlara göre böyle bir şey yapmayı da düşünüyorlar. Geleceğim için Amerika' ya gitmeyi ben de düşündüm fakat Linsdsay' nin buradaki varlığı, beni hareket etmekten alıkoyuyor... Adeta elimi kolumu bağlıyor."


MELEĞİN DOKUNUŞU (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin