Kafamın arkasında yumurta şeklinde bir şişliğin olduğundan emin şekilde kaşlarımı çattım. Scott'a beni duvara bu kadar sert ittiği için kısa bir küfür savurdum. Lanet olası.
Şimdi, içeri girip, evimi birbirine katan adamları inceliyor, zayıf bir noktalarını arıyordum. Hepsini betimleyen bir kelime vardı: enfes. Her birinin neredeyse tekinsiz olacak şekilde açık renk tenleri, renkli gözleri, ince, uzun boyları ve dikkat çekici derecede kaslı vücutları vardı.
Kesinlikle savaşçıydılar, kahvaltı olarak cam kırığı ve tatlı olarak da yollarına çıkan herkesi yiyormuş gibi görünüyorlardı.
Garip olan ise, Scott'ın tehlikeli bir pozisyonda hançer sallarken bile şarkı mırıldanıyor olmasıydı. ''Ah, tatlı sevgili, kalbim kan ağlıyor. Sen seversin kanı, affet bu balçığı.''
Belki de şarkı değil, aşık olduğu herhangi bir vampire yazdığı şiirdi. Evet, bence böyleydi, ancak şu an önemi yoktu.
Bakışlarımı bizimkilere odakladığımda -Ruhlar, Elijah, Reyes, Lucien ve Sienna- olağanüstü bir zarafet ve profesyonellikle bıçaklarını kullanıyorlardı. Dışardan bir insan onlara baktığında havada süzüldüklerini söyleyebilirdi.
Sanki karşı tarafın nereye hamle yapacaklarını biliyor gibilerdi. Düşmanla her hareketleri uyumluydu. Sanki birbirlerini...tanıyor gibiydiler.
Ölümsüzlere özgü iyileşme yeteneğim sayesinde başımdaki şişliğin saniyeler içinde yok olduğunu biliyordum. Kendimi daha iyi hissediyordum, hızla ayaklandım ve bedenimdeki hançerlerin yerlerini kontrol ettim.
Hepsi tamamdı ancak içimden bir ses fena dayak yiyeceğimi söylüyordu.
Tam öne doğru bir adım daha atmıştım ki, burnumun bir milim önünden bir şey geçip duvara saplandı. Bunun bir bıçak olduğunu anlamak için dönüp bakmam gerekmiyordu.
Yinede bıçak sahibini görmek için kafamı çevirdim, kapının açık olduğunu ve düşmanların hızla arttığını gördüm. Midem kasıldı.
Bir an sonra, iki adım ötemdeki Reyes ve çarpıştığı adam gözden kayboldu. Ardından Lucien gitti. Sonra Faythe. Derken, herkes tek tek ortadan kaybolmaya başladı.
Demek düşmanlarımızın ışınlanma yetenekleri vardı, sandığım gibi insan değillerdi. Peki ya neydiler?
Son birkaç savaşçı kalana dek bekledim, aralarından sarışın bir kadının koluna dokundum ve gözlerimin önünde küçük bir ışık patlaması oldu.
Bir ormandaydık. Hançerlerin birbirine çarpma ve ulumaların dışında hiç ses yoktu. Uçsuz buçaksız bir orman olmalıydı. Ağaçlar gökyüzüne doğru uzanıyor, kuşlar... bir saniye, kuş değil, akbabalar, savaşın kokusunu almışçasına dallara tünemiş bekliyorlardı.
Bir an sayının çokluğunun bizim için sorun yaratacağını düşünerek endişeleniyordum ki, Elijah'ın arkadaşlarının da aramıza katılmış olduklarını fark ettim. Tanrım, olay bir anda nasıl da büyümüştü.
Hala ne bekliyorsun, Izzy? Elbette ki içimdeki ses harekete geçmişti. Birinin gelip seni öldürmesini mi?
Arkamda bir hışırtı duyunca hızla döndüm. Normal şartlar altında güzel diyebileceğim; siyah uzun saçlı ve parıldayan yeşil gözlü, bir yetmiş beş boylarında bir kadın bana bakıyordu. Ama ne yazık ki, şartlar normal değildi.
Tamemen gereksiz bir özgüvenle çenemi dikleştirdim. Hançerlerim ellerimde hazırdı. ''Siz ne ordususunuz böyle?''
Kadın hırlayınca inci gibi dişlerini gördüm. ''Biz büyücüyüz.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Ruhlar Ardında
Teen FictionCongvender Lisesi'ne yeni gelen kızda farklı bir şeyler var... Çoğu on altı yaşındaki gencin arkadaşları vardır. Isabella McO'brien' in ise zihninde yaşayan üç ruh var.