Etrafta inanılmaz bir kargaşa hakimdi. Doktor Düşmüş Melekler, Ruhlar, Reyes, Lucien, Anya, Marc, Mace ve annem de kargaşanın içindeydi. Sürekli bir uğultu hakimdi.
Elijah'ın cansız bedeni, beyaz çarşaflı, aynı renk bir yatakta yatıyordu. Bende yanında yatıyordum. Yüzüm ve bedenim ona dönüktü. Buraya nasıl geldiğimizi ve kaç saattir böyle yattığımızı bilmiyordum. Sadece gözlerimi ondan kaçırırsam, elimden kayıp gidecek gibiydi.
Belki kafayı yemiştim, belki de gerçekten çıldırmıştım. Ama şu an ne bir şey hissediyor, ne konuşabiliyordum. Yanıma gelen herkes pes edip gidiyordu.
Büyük bir sağlık merkezindeydik. Burası Düşmüşlere aitti. Yaralanan Kovulmuş Melekler burada tedavi ediliyordu. Biz en üst kattaydık. Yani, sanırım öyleydi. Çünkü camdan sadece gökyüzü gözüküyordu.
Biri omzuma dokununca hafif irkildim ama dönmedim. Konuşan annemdi. ''Isabella, lütfen, bir şeyler ye. Saatlerdir ne kıpırdıyorsun, ne tek kelime ettin. Endişelenmeye başladık. Lütfen, bebeğim.''
Dudaklarımı birbirine bastırdım ve çok kısık bir sesle, ''Bana dokunma.'' diye fısıldadım.
Annem duymuştu. Nazikçe elini çekti. ''Isabella-''
''Beni rahat bırak.''
Annem neyse ki üstelemedi ve gitti. Vücudumda hissettiğim tek şey çığlık atmaktan yanan boğazım ve sürekli bulanan midemdi.
Uzandım ve Elijah'ın sarı saçlarını öptüm. Yanağını öptüm. Vücudu soğuktu ve kıpkırmızı parlayan dudakları artık morarmıştı. Parmaklarımla nazikçe boynunu okşadım ve yavaşça yataktan kalktım.
Kimseyle göz göze gelmeden ve başımı yerden kaldırmadan, yangın merdivenlerinin koridoruna çıktım. Derin bir nefes verdikten sonra merdivenleri tırmandım. Önüme gelen kapıyı açtım ve çatı katına ayak bastım.
Hafif esen rüzgar yüzüme vurdu ve saçlarım hafif hareketlendi. Çizmelerim yerde tok sesler çıkarırken yürüdüm ve çatının sonuna geldim. Ayaklarımın altında tüm şehir yatıyordu ve burası gerçekten çok yüksekti. Derin bir nefes aldım.
Şu an kalbimin neden hala attığını düşündüm. Artık gerek yoktu. Her şey bitmişti. Kabuslarım gerçek olmuş, Elijah gitmişti. Hiçbir şey anlam ifade etmiyordu. Yeryüzü bir boşluktan ibaretti.
Öne doğru bir adım daha attım. Ayağımın yarısı boşluktaydı. Buradan düşsem ölür müyüm diye düşüyordum. Bir adım daha. Ne yaptığım hakkında bir fikrim yoktu. Düşünmekten çok uzaktım.
Gözlerimi kapattım ve zehir gibi gelen havayı içime çektim.
Biri kolumu sertçe kavradı ve beni kendine çekip, göğsüne bastırdı.
Kim olduğunun bir önemi yoktu. Bağırarak, gözyaşlarım tükenene dek ağladım. Bir süre sonra kanlı gözyaşlarım dökülmeye başladı. Çünkü ben Anarşiydim, acı çekmek doğama aykırıydı. Acı çektirmek normal olandı.
Başımı hafif kaldırdım, Marc o kadar üzgün duruyordu ki, acımı aynı şekilde paylaşıyordu. ''Isabella, keşke elimden bir şey gelse. Çok üzgünüm.''
Yutkundum. Dudaklarım titriyordu. Bir şey söylemedim çünkü söyleyecek bir şeyim yoktu. Titrek bir nefes verdim. Marc yüzümdeki gözyaşlarını eliyle nazikçe sildi.
Onun mavi gözlerine baktım ve Elijah'ın gözleri önüme gelince bakışlarımı kaçırdım. Kısılan sesimle, ''Ben şimdi ne yapacağım?'' diye fısıldadım.
Marc beni tekrar göğsüne yasladı ve saçlarımı okşadı. Başımı öptü ve nazikçe ellerini saçlarımda gezdirmeye devam etti. Sessizce, bir süre orada kaldık. Güneş yeni doğmuştu. Ve olandan bitenden haberi yokmuş gibi, etrafa ışık saçıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Ruhlar Ardında
Roman pour AdolescentsCongvender Lisesi'ne yeni gelen kızda farklı bir şeyler var... Çoğu on altı yaşındaki gencin arkadaşları vardır. Isabella McO'brien' in ise zihninde yaşayan üç ruh var.