''Reyes dokun bana!''

138 5 2
                                    

''Reyes, sana ne yaptılar böyle?'' demeye zamanım oldu ancak hemen sonra ayak bileğime yaratıklardan birinin eli dolandı.

Yaratık beni çekmeye başladı, sırtüstü dönerek ona tekmeler savurmaya başladım. Bir kaç tanesinden kaçtı ama birine sertçe denk geldi ve kurtulmayı başardım.

Reyes'in hücresine döndüm. Hücre demirleri çok sağlam görünmüyordu. Bunun nedeni; içindeki canlıların hücre kapısına uzanamayacak kadar güçsüz ve halsiz kalmaları olmalıydı.

Vücudumun daha da ısındığını hissediyordum. Birileri bu mağara gibi yeri gittikçe ısıtıyordu. Fazla zamanımız yoktu.

Elimdeki kutsal suyu üzerime atılmaya çalışan iğrenç kokulu yaratıkların üzerlerine dökmeye devam ettim. Bu bana zaman kazandırırdı, şimdiden çoğu geri çekiliyordu.

Onlar yanan vücutlarına bakarken ve geri çekilirlerken, su şişesini cebime koydum. Hızlı hareketlerle hücreye döndüm ve demirleri kavradım. Tüm gücümü kullanmaya çalışarak demirleri ittirdim. Hareket etmiyorlardı ama etmelilerdi. Edeceklerdi.

Kısa iniltilerle beraber demirleri iki kenara itmeye devam ettim. Vücudumun sığacağı kadar bir boşluk açmam yeterli olacaktı. Yalnızca Reyes'e değmem gerekiyordu; ona değip, sihirli kelimeleri söylemem.

''Hadi, seni lanet olası!'' diye hırlayarak daha sert ittirdim.

''Öldüm ve arafta Isabella'nın sesini mi duyuyorum? Bu nasıl-'' Bir öğürme. ''Bir iş böyle?''

Bu Reyes'in şu an oldukça güçsüz ve ölü çıkan sesiydi. Yaşıyordu! Çığlık atmamak için zor durarak, ''Ne o? Başkasını mı bekliyordun?'' diye sordum.

Reyes'in vücudu kıpırdamadı. Göz kapakları o kadar şişti ki; açık mıydı kapalı mı kestiremiyordum. Ancak dudakları hareket etti. ''Eh, belki bir Victorias Secret kızı fena olmazdı.''

Gözlerimi kıstım ve hırsla demirleri ittim. Tanrım, işe yaramıştı! Demirler kenara doğru büküldü. Zayıf olduğum için ilk kez şükrettim, vücudumun geçeceği kadar bir boşluk oluşmuştu. Hemen içeri atıldım.

Keşke atılmasaydım, etraf fazlasıyla karanlık olduğu için önümü güçlükle görüyordum. Yerdeki yapış yapış bir şeye basmamla dengemi kaybetmem bir oldu. Tutunacak her hangi bir şey bulamadım, sendeledim ve bir yaratığın sırtıma yapışmasıyla yere yığıldım.

Başım hücre demirlerinden birine çarptı. Acı tüm vücuduma hücum ederken kısa bir küfür savurdum. Yaratık sırtımda yaralar açıyordu, derimin yırtıldığını ve kanımın aktığını görmesemde hissediyordum. Vücudum sıcaktan ve acıdan yanıyordu.

Sargılı olmayan elimi -Sienna kopuk parmağımın olduğu elimi sıkıca sarmıştı- arkama attım ve yaratığı yakalamaya çalıştım. Tuttuğum tek şey boşluk oldu. Sinirlerim geriliyordu, sakat elimle adil savaşamazdım.

Acıya dayanmayı dileyerek elimi başımın üstündeki demirlere vurdum. Elimdeki alçı kırıldı, elimide kırmış olabilirdim çünkü acıdan gözlerim yaşarmıştı.

Alçıyı elimden çekip çıkardım, olmayan parmağıma bakmamaya özen gösterdim ve sırtımda yaratıkla beraber ayağa fırladım. Belimdeki keskin hançerleri hızla kaptım.

Bir saniye sonra yaratığın kafası yere düşmüştü. Tek tek gelmelerini izledim, onlardan daha hızlı hareket etmeme şaşırmıştım. Hızla hançer sallamaya devam ederken, onlarda aynı şekilde üzerime atılmaya devam ediyorlardı.

Bir şey fark etmiştim; şu an bana doğru gelen yaratıklar az öncekilerden farklıydı. Pek çok yaratık bir arada görünüyordu. Bazıları daha büyük ve iriyken, bazıları küçücüktü. Bazıları tüylü, bazıları çıplaktı. Bazılarının derisi pulluyken, diğerlerinin derisi insanlarınkine benzerdi.

Yinede hepsi çok çirkindi ve pis kokuyorlardı.

Reyes'e, ''Reyes, bana dokun!'' diye bağırdım. ''Ayağıma değ, çabuk!''

Hareket edebileceğinden bile şüpheliydim ancak denemeye değerdi.

Bir hançerimi dişlerim arasında tuttum ve arkamdan uzun kılıcımı çıkardım. Bu, aralarında en keskiniydi. Diğer hançerimi de belime yerleştirdim ve kılıcımı iki elimde kavradım.

Bunu kullanmayı sekiz yaşında öğrenmiştim. Scott ilk kez bir ölüyü dirilttiğinde. Mezarlığın yanından geçiyordum, sırtımdaki çantamda her zaman bu kılıcı taşırdım. Böylece nasıl kullanacağım hakkında bir fikrim olmadan onu dirilen ölüye rastgele sallamıştım. Öyle böyle bu zamana kadar profesyonel olmuştum.

Şimdi de aynısını yapıyordum ancak nasıl kullancağımı bilerek. Bir, iki, üç... Cesetleri saymayı bıraktım, kafatasları yere düşüyordu. Ancak gücümünde azaldığını hissediyordum çünkü sıcaklık artıyordu ve tam anlamıyla kan ter içindeydim.

Kopuk parmağımın yerindeki açık yaraya bir darbe alınca çığlık attım. Sonra pantolonum yırtıldı ve ayak bileğime bir kuyruk dolandı. Kuyruğu kestiğim anda diğer bir kuyruk keskin bir kırbaç gibi yanağıma indi.

Acıyla irkildim. Ancak yaralarıma bakacak zamanım yoktu. Tüm hücrelerdeki canlılar uğulduyordu, inliyorlardı. Az önce böyle bağırmıyorlardı, bir şeyi haber vermeye çalışıyor gibiydiler. Bunu düşünmeye vaktim yoktu, Reyes'i koruyordum. Hücrenin içine hiç yaratık girememişti.

O an, aklıma geldi. Göz ucuyla saate baktım ve on dakikadan az zamanımız kaldığını gördüm. Aceleyle, ''Reyes!'' dedim. ''Lütfen, dokun bana!''

Reyes'e dönemezdim. Çok fazla yaratık vardı, anında bizi alt ederler ve hiç şansımız kalmazdı.

Tam karamsarlığa kapılıyordum ki, bir şey ayak bileğimi tuttu. Yaratık sanıp hızla dönmüştüm ki, bileğimi tutan elin Reyes'e ait olduğunu gördüm.

Hemen aklımdaki kelimeleri fısıldadım. Bunlar sihirli sözcüklerdi. Bizi dünyaya geri döndürecek kelimeler.

Tam son harfi söylüyordum ki, arkalardaki bir yaratığı fark ettim. Elindeki bir şeyi...Bir hançeri havaya doğru kaldırdı ve ben tam son kelimeyi söylediğim an fırlattı.

Hançerin hedefi ben değildim, bunu anlamak için bıçağın direkt olarak nereye gittiğini görmek yeterliydi. Hedef Reyes'ti. Sihirli kelimeler işe yararken ve bir an sonra ortadan kaybolmadan hemen önce, eğilerek Reyes'in önüne geçtim.

Karanlık Ruhlar ArdındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin