İz

913 68 2
                                    

Dokunuşunu sonlandıran şey, merdivenlerden gelen adım sesleriydi. Ülküyle Yağız koşar adım aşağı iniyorlardı nedense. Tuananın yüzündeki gülümsemenin derinleştiğini farkettim. Ama onlara bakmıyordu, bakışı ellerindeydi. Hatta gamzeme dokunan elinde. Ülkünün bana seslenmesiyle kendini toparladı, bana kısa bir bakıp mutfağı işaret etti.

- Ben çayları getireyim.

Yağız da yardım etmek için arkasından ilerlerken. Ülkü yanıma gelip koltuğa yaslanarak omzumu sıvazladı.

+Konuşamadık Çağan, nasılsın? Yani gerçekten nasılsın, aradığın şeylerde bi gelişme var mı?

- Yok Ülkü, Egeyi bir yerlere hapsedip kaybettiler sanki. Belki de adı sanı değişmiştir. Babamı da en son gemi yolculuğuna çıkarken gördüklerini söyleyenler oldu ama ordan da bi detay çıkmadı. Napacağımı bilmiyorum, yolum tıkandı sanki.

+ Çağan keşke elimden bir şeyler gelebilseydi. Ama illa ki bi yerlerde en azından Egeye kavuşacağını düşünüyorum ben.

- Buna benim de inancım tam.

+ Peki ya resimler?

- Hangi resimler?

+ Hala siyah beyaz mısın? Hiç renk katılmadı mı hayatına?

Bi kaç gün önce sorsa direkt hayır diyerek cevaplayacağım bu soru şu an düşündürüyordu. Cevap bulamadım.

+ Anladım Çağan, hayır demedin ve ben anlayacağımı anladım. Umarım bi gün bi gökkuşağı çizer fırçaların.

Gülümseyerek baktım, bir şey dememe gerek yoktu. Çünkü anlamıştı, inkar etmeyecektim. Yağız benim hayatımın beyazıydı. Çabuk öfkelenen, sinirli bir adam olsa da yüreğinde tek bir leke yoktu. Hatta görebileceğiniz en iyi adamlardan biriydi. Ülküyse pembeydi. Hayata bakan pembe gözlükleri vardı, ne zaman karamsarlığa düşsem çeker çıkarırdı. Hayal etmeyi öğreten oydu. Belki de geri kalan renklerim Tuanadaydı. Ve o dokununca hayatıma her şey güzelleşirdi.

'Hadi biz de yardım edelim.' diyerek kalkıp mutfağa yöneldim. Peşimden geliyordu. Mutfağa girdiğimde Yağız ağzı kulaklarına Tuanayı dinliyordu. Tuana bizi görünce sustu. Daha doğrusu sanırım Ülküyü görünce sustu. Çünkü Yağızı bir tek Ülküyle alakalı bir şeyler bu kadar mutlu edebilirdi.

'Ne konuşuyordunuz siz? ' diyerek parmağını salladı Ülkü. Bu hallerine güldüm. Omzumu kapı pervazına yaslayıp izlemeye devam ettim. Tuana dudaklarını birbirine bastırdı ve mırıldanmaya başladı. Sağ elinin baş parmağı sol avuç içini ovalıyordu. Yakalanınca mı böyle yapıyordu heycanlandığında mı? En kısa zamanda onu heycanlandıracak bir şey bulmalıyım.

+ Çağanı. Yani şey. Hepimiz. Hepimizi. Anlaşıp anlaşmadığımızı yani.

Kekelemese de kelimeler diline dolandı. Ateş yanaklarına hücum etmişti yine. Ülkü kıkırdadı.

- Ee sen ne diyordun, anlaştınız mı Çağanla? Yani hepimiz, hepimizle.

Onu taklit ederek kurdu cümleyi. Köşeye sıkıştırmaktı amacı. Onu daha fazla utandırmasını izlemek isterdim çünkü bu haliyle fazla tatlı oluyordu. Ama yine de kıyamayıp konuyu dağıttım. Yoksa Ülkü çiğ çiğ yerdi Tuanayı.

- Hadiii çaylar soğudu ya, soğuk sevmem biliyorsunuz.' dedim önce sonra Tuanaya dönüp ' Sen de öğrenmiş ol."

Gülümsedi, hemen çayları alıp mutfaktan çıktı. Ardından onu takip ettik.

Kızları bırakıp, eve döndüm. Aklımdan ilk defa güzel şeyler geçiyordu. Yüzümdeki tebessüm bugün acıdan değildi. Kalbimin ağırlığını hissetmiyordum aksine kanat çırpar gibi hafifti. Salona girdim, gözüm berjere değdi, Tuananın oturduğu berjere. Sehpanın üzerinde kalan bademli kurabiye kutusuna baktım. Sonra sol duvardaki resme ilerledim. Bugün baktığı resme, annemin gençlik portresine. Boynuna yaptığım kabartma kolyenin üzerinde gezdirdim gözlerimi. Üzerindeki iz dikkatimi çekti. Tuananın parmak izi. Muhtemelen dokunduğunda oluşmuştu, boya tam anlamıyla kurumamış olsa gerekti. Üzerinde gezindim, gülümsemem daha da büyüdü mümkünmüş gibi.

Aklıma kazınmıştı, boyada iz bıraksa nolurdu ki?

Soluk Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin