Titrek

485 42 2
                                    

Bizzat kendimden 💅

Çağanın  ölmemiş olduğuna şükürler döktükten sonra toparlanmış, biraz olsun kendilerine gelebilmek için Metenin onlara getirdiği kahveleri içiyorlardı.

Tuana, üşümüş ellerini bardağa yaslıyordu. Sıcağı hiç geçmese de teninden. Aklından geçen binbir düşünce, kalbini saran binbir umutla sevdiği adamın uyanacağı anı iple çekiyordu.

Ülkü masadan ayaklandı, kimsenin bakışlarına aldırış etmeden bahçeye çıkan kapıya doğru adımladı. Yorulmuş, yıpranmış ama hepsinden çok kırılmıştı. Yağız ona hep naif davranırdı. Kavga bile etseler alttan alan taraf hep Yağız olmuştu. Ama bugün karşısında gördüğü Yağız bambaşkaydı. Onu kafasında aklamaya çalışsa da, kalbindeki parçalar içerden batıyordu.

Yağızın, kahveye bakan donuk bakışları, sevgilisinin ardına döndü. Gözlerine hüzün yerleşti. Az önce yaşadıkları gözlerinin önünden geçtiğinde, hem şu an yanında oturan ve az önce silah doğrulttuğu kıza söylediklerindeki haksızlık, hem de sevdiği kıza kustuğu yersiz öfke canını acıtmıştı. Naptığını bilemez halde bakarken, Mete omuzunu sıktı. Tuana ona döndü.

"Korktu. Her şeyden önce fazlasıyla korktu. Ve kırıldı. Ben alınmadım. Ama ona gelmeseydiniz demen onu çok yaraladı. Çünkü o buraya sadece senin için geldi."

Yağız gözünden düşen yaşları elinin tersiyle silip masadan kalktı. Bahçeye çıktığında, hastanenin köşesindeki bankta, ona arkası dönük oturan Ülkünün yanına gitti.

Ülkü öylece elindeki kahveye bakarken, yanındaki hareketlenmeyi hissetse de dönüp bakmadı. Titrek sesiyle konuştu kahvesinden bir yudum almadan önce.

"Şimdi konuşsam, senden daha çok acıtırım."

Derince bir nefes aldı içine, titrekçe verdi. Kesik kesik.

"O yüzden ben susayım, sen de git."

Yağız yutkundu. Yine de onu düşünüyor olması içini yaktı. Oysa ki O, az önce ikisini de düşünmemişti öfkeyle bağırırken.

"Gerekirse öleyim, sen bana susma."

Bir hıçkırık fırladı Ülkünün dudağından. Ölüm kelimesi kadar canını sıkan bir şey daha yoktu. Dudaklarını dişledi. Tırnaklarını avuç içlerine batırırken, Yağız ellerine uzandı. Hızla çekti Ülkü.

"Dokunma bana!"

Bankta biraz daha kaydı Yağızdan uzaklaşmak için. Yağızın nefesi kesildi. Ülkü kendini tutamayıp ağlamaya başladı, ayağa kalkıp Yağızın önünde durdu.

"Çağan benim de arkadaşımdı. En az senin kadar canım yanıyordu. Yine de seni anlamaya çalışıp sustum!"

Burnunu çekti. Ellerini saçından geçirip göğe baktı.

"Benim gelmememi isteyecek kadar ne yaşadın içinde ki? Ben sana yük müydüm? Arkadaşımı, Çağana yük mü gördün?"

Sesini kontrol etmeye çalışıyordu ama kırgınlığı, derinden öfkeye dönüşmüştü. Yağız ağlayarak karşısında çaresizce konuşan sevgilisini dinliyordu. Hala sevgilisi miydi bilmeden.

"Sen-"

Derin bir nefes çekti. Soracağı soru karşısında duyacaklarını sindirip sindiremeyeceğini bilmiyordu Ülkü.

"Sen, biz böyle bir şey yaşasak beni korumaz mıydın o arabada?"

Yağızın, kalbine bir hançer girdi acımasızca. Ülküye bir şey olacağını düşünmenin kalbine bindirdiği ağrı öldürür cinstendi. Ayağa kalktı. Ülkü bir adım geriledi. Yağız aradaki mesafeyi hızla kapatıp sardı sevgilisini. Ülkü her ne kadar itmeye çalışsa da başarılı olamadı.

"Özür dilerim Ülküm, özür dilerim sevgilim. Yalvarırım affet beni, her bir söylediğim için öleyim ama affet beni."

"Korur muydun?"

"O an orada öleceğimi bilsem bile."

----------

Tuana, camdan onları izledikten sonra yüzündeki buruk tebessümle geriye döndü. Yoğun bakımın önüne gelip, en azından camekanı açmalarını istedi hemşirelerden.

Camın ardında yatan Çağanı gördüğünde ellerini yasladı, cama. Burdayken bu kadar yakınken, dokunamamak, kalbini delip geçti.

"Uyan bebeğim. Ne olur uyan, yine."

Gözlerindeki yaşlarını sildi.

"Ben öleyim gerekirse ne olur, sen uyan."

Titreyen ellerini ovuşturdu, yüzünü öne eğdi. Küçük bir kız çocuğundan farkı yoktu şu an. Çağan uyanmış olsa deli gibi sevdiği haliyleydi. Gülümsedi.

"Uyan ne olur, dudaklarım kurudu."


Soluk Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin