itiraf

927 127 202
                                    

Askeri birlikler kraldan önce gidip kuşatmayı başlamışlar ve Lord Huening'in topraklarında yaşayan Ansan insanlarına bile korku salmışlar. Kral Soobin bu hareketin güven azaltıcı ve korkutucu olduğunu, kendilerini tehlikeye attıklarını düşünse de durmamış. Oradaki toprakları ne yapıp edip alırmış. Fakat kuşatmanın ikinci gecesinde iki taraftan da henüz herhangi bir saldırı gerçekleşmeden Lord Huening'in en büyük oğlu anlaşmak için askerleriyle birlikte Kral Soobin'in kaldığı çadıra gelmiş.

Başta Kral Soobin'in herhangi bir anlaşma yapmayacağını çünkü Hyuka'nın işlerin böyle ilerlemesini istediğini dolayısıyla da geri çekilmeyeceğini söylemiş. İster karşılık verin ister vermeyin, bu toprakları alacağım, demiş. Üçüncü gece Lord Huening'in en büyük oğlu tekrar aynı şekilde çadıra geldiğinde Kral Soobin konuşmayı kabul etmiş ve saatlerce görüşme yapmışlar. Abisi, Hyuka'nın topraklar üzerinde henüz yetki verebilecek kadar söz sahibi olmadığını kralın kendisini ona göre ayarlamasının da doğru olmadığını söylemiş. Fakat o yine kral olduğunu ve her şeyi yapabileceğini söyleyerek umursamamış.

Saatler süren konuşmadan vardıkları sonuç şu olmuş: Lord Huening'e ait olan topraklar artık Ansan Krallığına aitmiş. Fakat en büyük oğlan bunu karşılıksız kabul etmeyeceğini, savaşsalar bile ölecek olan halkın Ansan'a ait olduğunu bu yüzden bir istekte bulunacağını söylemiş. Artık topraklar her ne kadar Ansan Krallığına ait olsa da oraya şimdi Lord Huening'in en büyük oğlu hükmediyormuş.

Kral Soobin'in kahvaltıda anlattıkları bundan ibaretti. Sağ salim saraya dönmesi beni sevindirmişti. Onun yara aldığını görmek canımı acıtırdı. Böylesi daha mı iyi olmuştu elbette emin değildim ama Kral Soobin şimdilik iyi olduğunu söylemişti.

Odasının önünde daha fazla bekleyemedim. Askerleri geçip içeriye girdiğimde onu yatağının yanında elinde annesinin hırkası nasılsın bakarken buldum. Beni görünce bakışları değişti. Tebessüm etti.

"Gel." dedi. Kapıyı kapatıp hızlı adımlarımla yanına gittim. "Hırkayı geri mi veriyorsun?" Belimden tutup beni kendisine çekerken sordu. Usulca kafamı salladım.

"O gün olanlardan sonra bende kalması hoş olmazdı." Hırkayı yatağının üzerine bıraktı. Hiçbir şey demedi. Çenesi saçlarımı okşadı. "Dün gece beni bırakıp nereye gittiniz kralım?"

İki eli de belimi okşuyordu. "Bilmene gerek yok." dedi. Israr edemedim. Söylemek isterse söylerdi. Eliyle çenemi kavradı. Kafamı yukarı kaldırıp dudaklarımızı birleştirdi. "Sana dokunmak benim cennetim." Gözlerimi usulca kapatıp kendimi ona bıraktım. Dudaklarımı acıtmadan, yavaş yavaş, severek öptü.

"Gitmem gerek Yeonjun." Geri çekilirken dişleriyle alt dudağımı çekiştirdi.

"Sizi bekleyeyim mi?"

"Gerek yok. Sarayda fazla görünme. Odanda beni bekle. Yaverim benimle gelecek."

"Diğer yaveriniz nerde kralım?"

Yüzü değişti. Bakışları koyulaştı. Çenesini sıkarak, "O yok." dedi. "Odana git ve çıkma Yeonjun. Kötü bir şey duymanı istemiyorum."

Kötü bir şeyden kastı insanların hakkımda söylediği her şeydi. Çünkü buraya geldiğimden beri benim hakkımda iyi bir şey söyleyen tek bir kişi bile yoktu. Ben ondan önce odadan çıkıp kendiminkine giderken yaveri peşimden geliyordu. Kapıyı kapatmadan önce beni uyardı. Sakın odandan ayrılma, dedi. Hiçbir şey yolunda gitmiyordu. Kral Soobin kral olduğundan beri işler daha da zorlaşmıştı. Bunu kendisi de söylemişti. Kral olmak tehlikeliydi. Ve Kral Soobin tehlikenin ortasında yüzüyordu.

Bir toplantı yapacaklardı. Annesiyle, Lord Huening'in oğlulları ve kızıyla, emrinde olan önemli insanlarla. Benim beklememi istemedi. Beni görmelerini istemiyordu. Sarayda hızla yayılan ve önü alınamayan bir dedikodu vardı. Dedikodu bile değildi. Bu bir gerçekti. Bu onun sırrıydı. Benim saklamam gereken bir sırdı.

klanın son hizmetçisi | yeonbinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin