her bölüme şarkı koymak çok zor bu yüzden bu kitapta hiç şarkı yok ama spotify'da bir liste hazırlayacağım, kitabın vibeını veren şarkılardan. eğer önermek istedikleriniz varsa yazabilirsiniz.
iyi okumalaarr ^^
Kimsenin umrunda değildim. Kendimi hissettiğim kadar görünmez olduğum açıktı. Sözlerim, davranışlarım burada bir hiçti. Her şey kendimi değersiz hissettiyordu. Eski beni göremiyordum. Bir şeyler değil çok şey değişiyordu ve ben buna engel olamıyordum. Eski hayatımı özlemekten kendimi alıkoyamıyordum. Aklım sürekli oradaydı.
Ansan benim için bir cehennemdi.
Amcamı düşündüm. Seongbuk'da değildim artık. Neredeyse bir aydır Ansan'daydım. Nerede olduğumu ne yaptığımı biliyor muydu? Benim buraya zorla getirildiğimi öğrenmiş miydi? Peki ya arkadaşlarım? Onlar beni merak ediyorlar mıydı?Onları görmek istiyordum.
Her yaz akşamı yaptığımız o gece yürüyüşlerine geri dönmek, elma ağaçlarının altında oturmak ve sokaklarda kimse kalmayana dek gezmek istiyordum. Gittiğim şehirleri özlüyor sürekli oradaki anılarımı hatırlıyordum.
Artık geri dönüş yoktu. Ve ben bunu yavaş yavaş kabulleniyordum.
"Beomgyu! Nerdesin sen kaç gündür?" Telaşla yanına gittim. Üstü başı dağılmıştı. "Bu halin ne?" diye çıkıştım ona.
Uyuşuk uyuşuk cevap verdi bana. "Ne varmış halimde?" Üzerini kokladım. "İçtin mi? Sabah sabah?"
Eliyle beni göğsümden ittirdi. "Yeonjun, sana ne söyleyeceğim biliyor musun?"
Kolunun altına girip yürümesi için ona destek oldum. Sarayın üst katlarında, onu merdivenlerden inerken yakalamıştım. Odası neredeydi ya da nerden geliyordu bilmiyordum. "Geçen gün içtiğimiz likör var ya," Yarım ağız güldü. "Çok fena bir şeymiş."
"Nasıl fena bir şeymiş?" Kolunun altından çıkıp karşısına geçtim. Beomgyu saçlarını geriye taradı. Açılan yüzündeki ifadeyi daha net gördüm. Halinden memnun ama dağılmış. Yüzü şişmiş ve dudakları kıpkırmızıydı. "Kimseye dokunmadın değil mi?"
"Ne demek bu Beomgyu? Açıkça konuş benimle."
Uzanıp yanaklarımı tuttu. "Bu likörü Yubin ustayla yaptık demiştim ya sana, hah işte, Yubin usta her şeyi birbirine karıştırmış. O bizim yaptığımız likör değilmiş."
Beomgyu'nun elleri sıcacıktı. "Ne içtik o zaman biz?"
Aptal aptal sırıtmaya başladı. "Afrodizyak. Ama Yubin ustanın dokunuşları vardı içinde. Baksana, hala kendime gelemedim."
Şimdi tüm parçalar yerine oturuyordu işte. Ona belli etmemek istesemde sinirimi bir şeylerden çıkarmak istiyordum. Onun verdiği bir şeyi bir daha içmeyecektim. Hem kendisi aptal gibi ne içtiğini bilmiyordu hem de bana içeriyordu!
Onu yolunu tarif ettiği odasına götürürken iki gündür neden kendisine gelemediğini ve ne olduğunu sordum.
"Yeonjun," dedi ağlar gibi. "Üst katlarda Bilge Taehyun'un odası var. Onun odasındaydım. Bana neler yaptığını sana göstereceğim ama kimseye söyleme sakın. Herkes onu bilge olarak tanısın." Koridorlarda kimse olmamasına rağmen fısıltıyla konuşuyordu. Odasının kapısını cebinde anahtarıyla çıkarıp açtım. Benimkinin aksine çok büyük ve çok güzeldi. Kocaman yatağına Beomgyu'yu bırakırken ayağımla kapıyı arkamızdan kapattım.
"Kim bu Bilge Taehyun? Kaç yaşında?"
Beomgyu kendisinden geçmişti adeta. "Aynı yaştayız. Yubin ustanın öğrencisi o. Eskiden bende öyleydim. Sonra beni aralarından attılar."
"Neden attılar?" Onun yanına yatağa oturdum. Gözleri doldu. "Çünkü," dedi ağlak sesiyle. "Çünkü usta ona aşık olduğumu öğrendi. Onunla görüşmemi yasakladı. Erkekler birbirlerini sevemezmiş. Yanlışmış." Gözlerini sildi. "Taehyun'da biliyor mu?" diye sordum merakla. Kafasını salladı hemen. "Biliyor."
"O ne dedi atılmana?"
"Bilmem. Biz bunları konuşmayız ki."
Doğruldu, oturdu. "Ne konuşursunuz?" diye sormamla üzerindeki incecik kumaşı çıkarıp yatağa bıraktı. Vücudundaki morlukları ve yara izlerini gördüm. Omuzlarından göğsüne kadar, kasıklarına kadar her yeri mosmordu. "Biz böyle anlaşıyoruz Yeonjun."
Hayretle baktım bedenine. "Seni dövüyor mu?" Endişeyle yükseldiğimde bu halime gülerek koluma dokundu. "Hayır, sevişiyoruz."
"N-nasıl sevişiyorsunuz?"
Dudaklarını büzdü. Hiçbir şey bilmediğim için her şeyi açıklamak zorundaydı. Morlukları gördüğüm an aklıma gelen ilk şey buyken başka ne düşünebilirdim ki? Pantolonunun düğmesini açtı. Altında iç çamaşırı vardı sadece ve bacaklarındaki morlukları da gösterdi.
"Onu sevdiğim için bana bunları yapmasına izin veriyorum." Elleriyle yüzünü kapatıp ağlamaya başladı. "O beni sevmiyor ama." Şiddetli bir şekilde ağlamaya başladığında yaklaşıp onu göğsüme çektim. "O zaman buna bir son ver Beomgyu. Sana bunu yapmasına izin verme."
"Hayır." dedi boğuk sesiyle. "Aşk böyledir. Bencilcedir. Hiç aşık olmadığın için bilmiyorsun Yeonjun. Aşık olduğunda kendini tamamen o kişiye veriyorsun." Ağlarken bana aşkın tanımını yapması bulunduğumuz durumu garip bir halde getiriyordu. Göğsümden kalktı. "Bakayım sana," Önümü arkamı çevirip kontrol etti beni. "Kimseye dokunma tamam mı? Soobin bir şey yaptı mı sana? Seni sarhoşken gördü mü?"
Neden bunları soruyordu?
"Görse ne olur ki?"
"Geçenki gibi işte. Onun emirleri altında olduğun için gizlice içtiğini duyarsa delirebilir. Görmedi değil mi?" Beomgyu benim için endişe ediyordu.
"Hayır, görmedi." diye yalan söyledim. O gece olanlar aklımda, unutamıyorum.
Beomgyu kendisini tekrardan sırt üstü yatağa bıraktı. "Yubin ustanın tüm öğrencileri sarayda kalıyor. Seni bir gün hepsiyle tanıştırırım. Hem aynı zamanda Soobin'in de öğretmeniydi. Sen Soobin'in likör yapmakta usta olduğunu biliyor muydun?"
"Şimdi öğrendim."
"Daha öğreneceğin çok şey var Yeonjun. Daha yolun çoookk başındasın."
Beomgyu beni düşüncelerin içine iterken kendisi uyuyakalmıştı. Onu yorganı kaldırıp yatağın içine ittim ve üzerini örtüp odasından çıktım. Daha neler öğrenecektim ki? Her şey zaten yeterince fazla geliyordu. Yubin ustayı, onun öğrencilerini ve hepsinin burada kaldığını yeni yeni öğreniyordum. Prens bana bunların hiçbirini anlatmamıştı.
Merdivenleri dalgın dalgın çıkarken odamın önündeki gürültüyle kafamı kaldırıp baktım. Birkaç adam aynamı taşıyordu. Koşar adımlarla yanlarına gittim. "Geçebilir miyim?" dedim dar kapıdan içeri girmeye çalışırken. Birisinin yol vermesi sayesinde odaya girdim. Ayna için seçtiğim köşeyi gösterdim. "Oraya koyun." diye emir verdim tıpkı prens gibi. İkisi de beni dinleyip aynayı dediğim yere koydular. Onlar çıktıktan sonra kapıyı kilitleyip aynamın karşısına geçtim. Sonunda buradaydı. Benimleydi. Kendime doya doya bakabilecektim.
Aynadan odanın içini izlerken yatağımın üzerindeki işlenmiş kutuyu fark ettim. Kırmızı bir kutu vardı. Küçük bir kutu. Elime aldım. Üzerinde bir not.
"Prensin şehir dışından Choi Yeonjun için aldığı hediye."
Kalbim hızlı hızlı atmaya başladı. Benim için şehir dışından hediye mi almıştı gerçekten? Ellerim sevinçten titremeye başlarken kapağını açtığım kutunun içinden çıkan kolye yüzümü gülümsetti. Siyah taşlardan yapılmış ortasında ismimin yazılı olduğu bir kolyeydi. Beni düşünmüştü. Şehir dışındayken bile bana özel kolye yaptırmıştı. Daha önce kimse benim için böyle bir şey yapmamıştı. Kimse bana uzaklardan hediye getirmemiş, istediğim bir şeyi şak diye önüme koyamamıştı. Ama prens ne istersem ve neyi istemezsem hepsini yapıyordu. Beni şaşırtıyordu.
Kolyeyi avucumun içine alıp sıktım. Bu benim için bir ilkti. Tam aksine, prensin umrundaydım. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Heyecanlı ve mutluyum. Ve biliyorum, kalbi etkileyecek şeylerin kalpten gelmesi gerekir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
klanın son hizmetçisi | yeonbin
Fanfiction"O, alevlerini söndüremeyen karanlık bir şehirdi." başlangıç: 06/03/23 bitiş: 04/08/23