tavşan tepesi, ölüm gecesi

1.4K 178 81
                                    

iyi okumalaarr <333

Her şey bir gün biter. Her şeyin bir sonu vardır. Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez. Kıştan sonra bahar gelir. Hepsinin zamanı vardır. Güzel şeyler çabuk son bulur. Belki de güzel geldiği için çabuk son bulduğunu düşünürüz. Kötü şeyler bir ömür sürer. Belki de kötü olduğu için, çekemeyecek kadar yorgun olduğumuz için uzun sürdüğünü düşünürüz. Duygular değişir. Hiçbir duyguyu ömrümüz boyunca hissedemeyiz. Nefret sevginin yerini alabilir ya da sevgimiz nefrete dönüşebilir. Bugün çok sevdiğimiz birisini ileride alıştığımız için sevmeye devam edebiliriz ama bu onu hala sevdiğimiz anlamına gelmez. Duygular eskir. Üstü tozlanır. Hatırlanmaz. Sadece hisler unutulmaz. Dönüşmeyen tek şey hislerdir. Kim için ne hissettiğinizi bir tek siz bilirsiniz. Ve bir hisse sıkı sıkı tutunduğunuzda her yerde onu ararsınız.

Üstü tozlanan, hissini unutmadığım duygulara sahibim. Babamın ölümü başta olmak üzere annemin ölümü bile beni o kadar yaralamıyor artık. Onu babamdan önce kaybettim. Alıştım. İkisininde hayatımda olmamasına alıştım. İnsanoğlu işte, hemen alışıyor. Bunların üstü tozlandı ama ben annemin ölümünde ve o büyük salonda ne hissettiğimi asla unutmam.

Son zamanlarda Prens Soobin'in bana hissettirdiklerini unutmam mümkün değil. Bir dokunuş, bir öpücük, bana verdiği her şey içimdeki hisleri besliyor. Yağmur olup yağıyorlar içime. Koca bir okyanus olmasından korkarak kabul ediyorum hepsini. Bana zarar verecek mi kestiremiyorum. Bu sefer kimseye güvenemiyorum.

Ayna, kolye, şimdi de annesinin hırkası. Prens Soobin sahip olduklarını benimle paylaşmaktan çekinmiyor. Hırkayı üzerimde fark ettiğinde bile kızmadı. Giymem için bana verdi. Senin olsun, dedi. Şimdi odamda. Onu odama götürdüm. Giyecektim. Güzel bir hırkaydı, gerçekten sevmiştim.

Bunları düşünürken sarayın bahçesinde onu bekliyordum. Geçen gece söz verdiği gibi beni Tavşan Tepesine götürecekti. Neredeyse iki gece geçmişti. Prensin sırtındaki yara yavaş yavaş kabuk bağlamaya başlamıştı. İyiydi ama hâlâ ne olduğunu anlatmamıştı. İki gece boyunca bizim kattan ayrılamadım. Yemeklerimi prensin odasında yedim, onunla uyudum, Beomgyu benim odama geldi ama ben merdivenlere dahi yaklaşmadım.

"Sen bin istersen." Asker atı gösterdiğinde güneş yüzünden kıstığım gözlerimle önce ata sonra da etrafıma bakındım. Prensi bize doğru gelirken gördüğümde rahatladım. Üzerini giyinmiş, özel bir yere gidiyormuş gibi hazırlanmıştı. "Hangisine binmek istiyorsun?"

Parmağımla biraz ilerideki beyaz atı işaret ettim. "Beyaza."

"Prenses." dedi seslenir gibi. Benden önce davranıp ona doğru yürümeye başladı. Hemen arkasından koşar adımlarla yetiştim. "Hm? Bana mı dediniz?"

Atın yanında durduk. Tek hamlede kendisini üzerine çıkarırken yüzünde hoşnut bir gülümseme vardı. Şaşkınca aşağıdan ona baktım. "Atın adı, Prenses." dediğinde utançla gözlerimi kaçırdım. Gerçekten aptal olmalıydım! Bu halim onu eğlendirmişti. Uzattığı elini tuttum ve o beni yukarı çekerken diğer elimle de attan destek alıp üzerine çıktım.

"Sıkı tutun Yeonjun. Yollar tehlikeli." Kollarımı beline sarıp karnında ellerimi birleştirdim. Göğsümü ve kafamı sırtına yaslayıp gözlerimi kapattım. Düşmekten korkuyordum elbette. Gitmeden önce yanımızda bizimle gelmek için bekleyen askerlerine ve diğer yaverine döndü. "Siz gelmeyin. Sadece biz gideceğiz. Sabaha döneriz."

Büyük kapılar açıldı, prens ve ben beyaz atın üzerinde askerleri arkamızda bırakıp saraydan ayrıldık. Sadece ikimizdik. Peşimizden gelen kimse yoktu. Yaveri bile gelmiyordu. Yaveri...O geceyi tüm detaylarıyla prense anlatmıştım. Artık benim gibi biliyordu. Kendisi yaşamış gibi anlatabilirdi. Her zaman peşimde gezen yaveri o gece prensin saraya girdiğini duyar duymaz kapıdan ayrılmış ve ona bakmaya gitmiş. Prens yaveri bunu söylediğinde çok sinirlendi. O zaman yine büyük salondaydık ve prens Hyuka dışındakileri çağırmıştı. "Ben ölüyor olsam bile Yeonjun'un yanından ayrılmayacaktın. Sana ben bu emri verdim. Ben gelene kadar ona göz kulak ol, kimse dokunmasın, bir şey demesin, bir yere gitmesin dedim. Sen ne yaptın?" Tüm bunları duymak hoşuma gitmişti. Gerçekten bana değer verdiğini hissettiriyordu ve artık neredeyse sözlerinin hepsine yansımıştı. Ona verdiği ceza, üç gün boyunca yemek salonunun kapısında beklemek ve bir yere ayrılmamaktı. Yemek bile yemeyecekti. Bu kadarının fazla olduğunu sonuçta başıma bir şey gelmediğini söylesem bile her ihtimali düşündüğünü söylemiş ve bu yüzdende kabul etmemişti. Şimdi, üçüncü gün bugün doluyordu.

klanın son hizmetçisi | yeonbinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin