O gece ölmedim.
Şanslıydım.
Prens Soobin herkesin deyimi ile bana merhamet etti. Herkes o odadan ölümün çıkacağını düşünürken ben başım dik bir hâlde çıktım. Omuzlarımı düşürmedim. Yüzümde sinsi bir gülümseme, bana bu gücü veren o'ydu. Beni arzulamasıydı.
Tilkilerinden birisi bendeydi. Beni arzulayan tilkisi. Kafasını karıştıran, zevkine yenik düşünüp onu önümde eğdirecek olan...
Aynı odada kalmaya devam ettim. Yıkandım. Temiz kıyafetler giyindim, kendim içindi hepsi. Üzerinden iki gece geçti. Beni bir daha çağırmadı. Bir kız gördüm. Bizim gibi, genç. Gecenin bir vakti odasına gitti ama ne oldu bilmiyorum. Ben yokum. Bu iki gece benden vazgeçtiğini düşündürttü. Belki de zaman kolluyordu. Sadece yaşamam için verilen birkaç gün bile olabilirdi.
Yıkanırken gözlerim karardı, bayılacak gibi oldum ama hemen toparlandım. Kendimdeydim. Biraz karnımın doyurmam gerekiyordu ama nefretim buna mani oluyordu.
Islak saçlarımı savurdum odanın içinde. Pencerem açık, güneşin ışığı yatağıma yansıyordu. Uzandım üzerine. Birkaç dakika öylece kaldım.
Ansan bir cehennem.
Bir şiir belirdi dudaklarımda.
Sen gelirken ağlamıştın,
Orası için.
Bil, gidersen de ağlayacaksın,
Burası için.Babamın mezarı burada. Annemin mezarı burada. Kimsem yok. Kendimden başka güvenebileceğim birisi yok. Tekim. Uzun zamandır olduğum gibi. Buralar bana hep gece. Gündüzüm olmayacak. Bu sokaklar bana yabancı. Onları bir kere sildim. İnsanları tanımıyorum. Hepsi köle. Soobin kibirli bir prens. Babasını yataklara düşüren o. Veliaht Prens burnunun dikine giden bir yobaz.
Odanın kapısı sertçe açıldı. Prensin yaveri çatık kaşlarıyla bana bakıyordu.
"Prens seni bekliyor. Bahçede."
Yatağımdan kalktığım gibi peşine takıldım. Kulağımın bitişindeki saçlarımı elimle taradım. Üstüm başım eskisinden daha iyi. Öleceksem güzel öleceğim. Diz çökerek yaşamaktansa, ayakta ölmek daha iyidir.
Bahçe. Geldiğim gün her detayını incelediğim bahçeye ilk defa indim. Her yer yemyeşil. Karşımda heykel. Gözlerinden su akıyor. Hayal gibi dediğim denize giden taşlı yol karşımda. Prens Soobin o yolun başında yanında yaşlı bir kadınla beni bekliyordu.
"Prensim!"
Üzerinde kırmızı ipekten yapılmış bir kumaş parçası, bacaklarına kadar öyle sıkı sarmıştı ki göğsünü, belini üzerine tam oturmuştu. Kasları gözler önünde, boynu hafif açık ve güneşli havaya rağmen tek bir ter bile yok üzerinde. Altında siyahtan bir pantolon, siyah işlemeli özel çizmeleri. Onu süzüyor oluşumu ben bile fark etmemiştim.
Uzun saçı bağlıydı. Birden döndü arkasına. Gözleri nerede olduğumu biliyormuş gibi hemen beni buldu. Tertemiz yüzü, tek bir çizik bile yoktu.
Çenesiyle yaverini kovdu. "Gidebilirsiniz." Yanındaki yaşlı kadın giderken beni süzdü. Kafası eğik, çekti gitti. Sadece ikimiz kaldık. Etrafta sarayın askerleri vardı ama hepsi bizden uzaktaydı.
"Yıkanmışsın. Üstünü de değişmişsin." Sesi imalı. Kafamla onayladım onu.
"Kendim için." dedim yandan ona bakarken. Bana bakmıyordu. Karşıya, denize bakıyordu. O uzun taşlı yolda, yan yana yürümeye başladık."
"Aksanın neden bu kadar iyi? Buralı mısın?"
Boğazımı düğümletecek o soruyu sordu. Sanki zamanında beni buradan göndermek zorunda olan kendisi değilmiş gibiydi. Hiçbir şey hatırlamıyordu. Kim bilir bu zamana kadar kaç çocuğun ailesini katletmişti?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
klanın son hizmetçisi | yeonbin
Fiksi Penggemar"O, alevlerini söndüremeyen karanlık bir şehirdi." başlangıç: 06/03/23 bitiş: 04/08/23