umutsuzluk çayırı

862 124 166
                                    

Gönlüm bir umutsuzluk çayırı. Eser yok umuttan. Tek bir ışık yok mutluluktan. Her şey gözyaşı, her şey kan. Bir kere mutlu olmak bin kere mutsuz olmaya bedel.

Onu bırakmak istemiyorum. Ondan ayrılmak istemiyorum. Her seferinde kaçmaya çalıştığım bu adam yanımdan hiç ayrılmasın istiyorum. Sarayım sarmalayayım, hep burada kalsın, yanımda, gönlümde. Gitmek çok zor. Gideceğim demek bile artık zor. Ona alıştım ben. Verdiği her şeye alıştım. En başında, sevgisine alıştım ben.

Nefretim nerde bilmiyorum. Onu hissetmiyorum. Aramıyorum. Nefretimi hiçbir zaman yok saymadım ama yok olduğunu bile fark ettirmedi bana. Yavaş yavaş, sevgim mi yerini aldı yoksa nefretim mi kendisini yok etti bilmiyorum. Tek bildiğim hepsinin yavaşça gerçekleştiği. Alt üst oldum ama. Yine yavaşça. Farkına bile varamadan ona tutuldum. Onun oldum.

O bunu biliyor. Kral Soobin'de biliyor. Bana o söylemişti. Benden nefret etmediğini kabul et, demişti. Şimdi ediyorum. Artık sevgim bana hükmederken nefretimin olduğunu söylemem mümkün değil. Onu seviyorum. Kral Soobin'i seviyorum.

Pazardan döndüğümüzde benim gözümde bitmek tükenmek bilmeyen yaşlar akmaya devam ederken onun kollarında ağlayarak uyuduğum zaman da fark etmiştim bunu. Bana hiçbir şey sormamıştı. Odasındaydı. Hıçkırıklarım artana kadar, ağlamam iç çekişlerine dönüşüp beni nefessiz bırakana kadar göğsündeydim. Elleri saçlarımı okşuyordu. "Ben yanındayım." diyordu beni sakinleştirmeye çalışırken. "Ben yanındaysam her şey geçer."

Size ağlıyorum diyemedim. Sizin sırrınızı herkes bildiği için, başınıza bir şey geleceğinden korktuğum için ağlıyorum diyemedim. Tek bir kelime bir edemedim. Tek yaptığım uykuya dalana kadar ağlamaktı. Gözyaşlarım yanaklarımda kurumuştu. Başım ağrımıştı.

Ansan bir cehennem ve ben onun ateşinde sekiz yıldır yanıyorum.

Gözlerimi yavaşça araladım. Gecenin bir yarısı, kralın yatağında, bir yanımda o uyurken uyandım. Yüzü bana dönük, eli sırtımda ve diğer eli saçlarımda. Uyuyordu. Yanımda uyuyordu. Elimi yorganın altından çıkarıp yüzüne uzandım. Yanağına dokundu parmaklarım. Usulca yanağını okşadım. Alnındaki saçlarını geriye itip alnından öptüm. Kuru dudaklarım onun teriyle ıslandı.

"Uyumuyor musun?" Kısık sesini duyduğumda hemen geri çekildim. Onu uyandırmak istememiştim. "Yeni uyandım." Saçlarımdaki elini hareket ettirdi. "İyi misin?" diye sordu, beni gözleriyle kontrol ederken.

Kafamı iki yana salladım. "Uyuyunca geçmiyor artık."

"Neyin geçmesini istiyorsun?"

Her şey gözümün önünden geçti. Buraya geldiğimden ilk andan beri yaşanan her şey. Şimdi nerede olduğuma dönüp baktım. Ne kadar yol katettiğime. Neler hissettiğime ve nelerle savaştığıma. Büyük bir mücadele vermeye devam ettiğimin farkındaydım. Kral Soobin'de farkındaydı.

İç çektim. "Keşke her şey benden sizi sevmemi istediğiniz anda kalsaydı."

"Nerde?" Merakla sordu.

"Tavşan Tepesinde." Orayı özlüyordum. Saçlarımı kulağımın arkasına itti. Eli ensemden kayarak sırtıma ulaştı ve terli sırtımı elledi. Elini geri çekip üzerimizdeki yorganı daha da yukarıya çekti ama ben bu kadar sıkıştırılmayı sevmiyordum. Yorganı ittirdim. Kendimi ona yaklaştırdım. Beni belimden tutup göğsüne çekti.

"Tavşan Tepesi senin." Parmakları alnımdaki saçlarla oynuyordu. Dediğini kabul ettim. "Tavşan Tepesi benim."

Odayı sessizliğin doldurmasına izin vermedi. "Bugün neden ağlayarak geldin Yeonjun?" diye sordu ilgili sesiyle. Yutkunamadım. Üzülmediğini söylüyordu, üzülmeyeceğini biliyordum ama söylemek ve söylememek arasında gidip geliyordum.

klanın son hizmetçisi | yeonbinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin