kalp kıran prens

1.4K 214 225
                                    

Sözlerim birer hançer. Düşünmedim. İnanın ki bir kere bile düşünmeden konuştum hepsini. Sapladım oraya, tam göğsünün ortasına. Kanasın göğsü, hiç durmasın akışı, kalsın orada koskocaman bir yara. Sözlerimin onu nasıl hissettirdiği umrumda değil. Ne kadar kolaysa bir insanın ölümüne karar vermek bir o kadar da kolaydı ağzına geleni söylemek. Bu yüzden pişman değilim. İyi ki diyorum, iyi ki yaraladım onu.

Karanlık. Etrafta kimseler yok ve dört duvarın arasında bir süredir sessizce oturuyorum. Düşüncelerim yanımda, pek de yanlız olduğum söylenemez.

Anahtarın sesini duydum. Hemen ardından Beomgyu ismimi bağırarak içeriye girdi. Gözüme çarpan ışık görüşümü bulanıklaştırırken zar zor onu seçtim. Beni kapattıkları demirliklere ellerini koyup, yapıştı. "Yeonjun, seni buraya atmış Soobin!" Endişeliydi.

"Hak ettim." dedim umursamazca.

"Nasıl hak ettin? Altı üstü birlikte savaşı izlemeye gitmiştik. Bu kadar cani olmasına ne gerek vardı!" Beomgyu sitem eder bir tonda bağırdı. Bilmiyordu. Burada olmamın asıl nedenini bilmiyordu. Bilmiyorsa söylemeye de gerek yoktu.

Yaslandığım duvardan ayrılıp ona doğru yaklaştım. "Ne kadar süredir buradayım bilmiyorum Beomgyu. Çok karanlık ve çok korkuyorum." Sesim ağlamaklı. "Daha ne kadar burada kalacağım bilmiyorum. Lütfen yardım et bana."

Demirleri tutan ellerinin üstüne ellerimi koydum. Onun da yüzü asıldı. Gözleri dolu dolu bana bakıyordu. "Deme böyle Yeonjun, hepsi benim suçum. Özür dilerim."

Dudaklarımı büzerek, "Hayır, hak ettim. Bu karanlıkta, farelerin arasında, bir çöp gibi aylarca burada kalmayı hak ettim ben!" dedim.

Beomgyu ellerimi okşadı. "Hiçbir şeyi hak etmedin! Gidip Soobin'le konuşacağım. Seni hemen buradan çıkaracak, sen hiç merak etme. Tamam mı?"

Kafamı salladım. Beomgyu arkasına bakmadan koşar adımlarla zindandan ayrılırken kapı kapandı ve ben tekrardan yalnız kaldım. Elbette burada kalmaktan korkmuyordum. Karanlık olması umrumda bile değildi. Sadece, elimde Beomgyu gibi bir koz varken neden öylece bekleyeyim ki?

Hiçbir şey düşündüğüm gibi olmadı. Beomgyu geri gelmedi bile. Tek başıma, yalnız bir şekilde saatlerce bekledim orada. Soğuktu. Hasta edecek kadar değildi ama rahatsız ediyprdu. Üşüyordum. Onu en çok yara aldığım yerden kanattığım için mutluydum, belki evet bunu hak ediyordum ama uzunca bir süre burada kalmamalıydım. Eğer beni bu şekilde öldürmek planıysa çok basitti. Bu prense göre değildi. Gözlerinin önünde öldürmeliydi beni, kendisi, kendi elleriyle yapmalıydı. Çünkü ben sıradan birisi değildim, onun arzuladığı kişiydim, tilkilerinden birisi.

Yoğun bir gürültüye uyandığımda karşımda gördüğüm askeri gözlerimi kısarak anlamaya çalıştım. Elindeki anahtarla kapıyı açıyordu. Çıkacağımı sandım ama yanılıyordum. Elinde bir tepsi, içinde çorba ekmek ve su. Bana layık gördüğü iki lokma yemek buydu. Günlerce odama gelen ziyafetlerin aksine bunlar gerçekten az gelmişti gözüme. Tepsiyi yere bırakıp bana doğru ittirdi ve kapıyı tekrar kilitleyip beklemeye başladı.

Gözlerimi ovalayarak baktım ona. "Yemeyeceğim." dedim karnımın gurultusunun aksine. "Prensin emri, çorba sıcak bu yüzden hemen içmeniz gerekiyor."

Tepesiyi demirliklere doğru ittirdim. "Yememi çok istiyorsa beni odama göndersin."

Askerle göz göze geldik. Bana küçümsercesine bakıyordu. "Sen kendini ne sanıyorsun? Saraydan ölü bedenin çıkacak hâlâ yemek beğenmiyorsun. Şu sıcacık yemeği yemek için prense yalvaranlar var dışarıda."

Ayağa kalktım. "Sen kimsin de böyle konuşuyorsun benimle?" Sinirlendim. "Eğer ben sıradan birisi olsaydım Prens Soobin beni şimdiye öldürürdü. Ama merak etme, bu saraydan asıl senin ölünü çıkartacağım."

klanın son hizmetçisi | yeonbinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin